5 Ağustos 2015 Çarşamba

Hayatı sorgulamak

Fazla naz aşık usandırır - on beşinci bölüm
-Terapiste ara vermiş durumdayız.
-Terapist kelimesini hatırlamak isteyen taraf var...
-Profesyonel destek almadan devam etmek. ...
-Devam ediyormuş gibi yapmak. ...
-Duyguları paylaşmadan; konuşuyormuş gibi yapmak. ... ..
-İpleri koparmamak ....
-İçten geldiği gibi değil, tiyatro sahnesinde senaryo ile öngörüleni
yapmaya çalışıyormuş gibi ...
-Bunu da hayatımızmış gibi paylaşmak....
-Okumak rahatllatıyor....
-Okudukça sorunun evrensel olduğunu daha da net anlamak mümkün.
-Bazıları sabır gösteriyor...
-Bazıları ipleri koparıyor...
-Bazıları da kendi bulduğu yöntemleri –genel kabul görmese bile- uygulamaktan çekinmiyor.
-Okudukça sorunun tek taraflı olmadığını, çözümün karşılıklı anlayışla mümkün olabileceğini düşünüyorum...
-Ama karşılık var mı?... emin değilim... ümitsiz vaka....
-“Karşılıklı anlayış” ya da “karşılılı fedakârlık” tanımının ne olacağı sorunu kolay çözüleceğe benzemiyor.
-Okuduklarıma bakınca “ilginç” diyorum. Brezilyalı yazarın yazdıkları insanı şaşırtmıyor, dünyanın her yerinde insanların benzer konuları sorguladığını anlıyoruz.
-Simyacı’ın da yazarı olan Paula Coelho kitabında (Zahir) hayatı sorguluyor / eleştiriyor (sf.136); “ .. .. İki insan evlendiğinde hayatlarının geri kalanı boyunca, donmuş gibi bir arada kalmalılar. Aynı iki ray gibi yan yana uzayıp gideceksin, daima aranda aynı uzaklığı bırakarak. Hatta zaman zaman biriniz daha uzağa gitmeyi ya da biraz daha yakına gelmeyi istese bile,  bu kurallara aykırı. Kurallar diyor ki: ‘Mantıklı ol, geleceği düşün, çocuklarını düşün: Değişemezsin, hareket noktasından varacağın yere kadar; birbirleriyle aralarında aynı uzaklığı koruyan iki tren rayı gibi olmak zorundasın. ... .. 143,5 santimetre (iki ray arasındaki mesafe) uzaklıkta.... .. Bu kuralları kim koydu. Önemli değil. Onları sorgulamayın, ....”
-Aynı kitabın sonraki bölümlerinde; “... ‘...İnsan ilişkisinde en önemli şey konuşmaktır, ama artık kimse konuşmuyor, oturup konuşmuyor ve dinlemiyorlar. Tiyatroya, sinemaya gidiyorlar, radyo dinliyor, kitap okuyor fakat neredeyse hiç konuşmuyorlar. ... ...”
-“Evlilikte kadına en fazla keyif veren şeyin ne olduğunu biliyor musun?” ..... “Hayır, yemek yapmak. Yemek yiyen erkeğini seyretmek bir kadının zafer anıdır, çünkü bütün gününü akşam yemeğini düşünerek geçirmiştir. ... ..
-“Benim için de öyle, ama bir araya geldiğimizde ne oluyor? Tartışıyoruz, nedensiz kavga ediyoruz, birimiz diğerini değiştirmeye, kendi gerçeğini öbürüne zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Benim için anlamı olmayan şeyleri benden yapmamı istiyorsun, ben de senden. Bazen, yüreklerimiz sessizken kendimize; ‘... ..
-“Dünyadaki milyonlarca insan da şu anda aynı şeyi düşünüyor., şiddetle direniyor ve bu depresyon anlarının geçmesini bekliyorlar. ... ...
“-Bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorlar, ama her ikisi de birer yetişkin, her ikisi de olgun insanlar ve ilişkilerini dengede tutabilmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorlar, bu sadece çocuklarının hatırna bile olsa. İşlerine ve çocuklarına her gün daha fazla zaman ayırıyorlar, evlilikleri hakkında giderek daha az düşünüyorlar. Her şey gerçekten de iyiye gidiyor gibi görünüyor ve her ikisinin de hayatında kesinlikle başka bir erkek ya da kadın yok.
-“Buna rağmen bir şeylerin yanış olduğunu hissediyorlar. Sorunun üstüne tam olarak parmak basamıyorlar. Zaman geçtikçe hayatları birbirlerinden daha da bağımsız hâle geliyor; yaşlanıyorlar; yeni bir yaşam kurma olasılıkları hızla kayboluyor. Kitap okuyarak ya da nakış işleyerek , televizyon izleyerek, arkadaşlarıyla görüşerek kendilerini meşgul etmeye çalışıyorlar ama her zaman akşam yemeği sırasında ya da sonrasında birbirleriyle konuşuyorlar. ... ..
Adam kolayca sinirleniyor, kadın da her zamankinden daha sakin. Birbirlerinden giderek daha fazla uzaklaştıklarını görebiliyorlar, ancak nedenini anlamıyorlar. Evliliğin böyle bir şey olduğu sonucuna varıyorlar; ama dostlarına bu konudan bahsetmiyorlar; onlar birbirlerine destek olan ve aynı şeyleden hoşlanan mutlu çifti simgeliyorlar. ... ... sanki hiçbr şey olmuyormuş gibi davranmak, çünkü değişmek için çok geç.
-“O gün, yeni boşanmış olan bir arkadaşımla öğle yemeği yedik ve bana: ‘Hep sahip olmayı hayal ettiğim özgürlüğün tadını şimdi çıkarabilirim,’ dedi. Ama bu bir yalan. Kimse özgürlük istemez: Hepimiz sadakat isteriz, Cenevre’nin güzelliklerinin keyfini birlikte çıkarmak için kitaplar, söyleşiler, filmler hakkında konuşmak veya ikimize yetecek paramız olmadığından sadece bir sandviçi bölüşmek için bile olsa, yanımızda birisini ,isteriz. Tüm bir sandviçi yemektense yarısını yemek çok daha iyidir.  ...  Yanlız kalmaktansa acı çekmek daha iyidir; Çünkü yalnız olduğunda –kendi seçimimiz olan değil, mecbur bırakıldığımız yalnızlıktan bahsediyorum- artık insanoğlunun yaşam savaşında senin yerin yok gibidir. ....”

-Okumaya devam ettikçe kendinizden bahsedildiği duygusuna kapılabiliyorsunuz ya da “azgın teke“ vb. gibi  kırıcı sözlere maruz kalmanın haksızlığına üzülebiliyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder