29 Ağustos 2013 Perşembe

Biyolojik anne*

Biyolojik anne bebeğini bırakıp gidiyor. Evin hizmetçisi bebeği büyütüyor. Çocuk onu anne biliyor. Yıllar sonra biyolojik anne geri dönüyor ve bu çocuk benim çocuğum diyor. Hayır diyor hizmetçi, onu ben büyüttüm. Hasta olduğunda başında ben bekledim, yere düştüğünde yarasını ben sardım, başı  ağrıdığında başını ben sıvazladım.
Hâkim bir daire çiziyor. Çocuğu da dairenin tam ortasına yerleştiriyor. Her iki kadına da çizginin dışına çocuğu kim çıkarırsa onun gerçek anne olduğuna hükmedeceğim diyor. İki kadın da tutuyor çocuğun kolundan. Hizmetçi birkaç saniye sonra bırakıyor. Biyolojik anne hınçla

Dindarlık*


Maruz kaldıklarınızla şikâyetsiz yaşamak mı?
Dindarlık nedir Hâkim Bey? İman eden bir mümini dindar yapan nedir? Kadere razı olmak mı? Nasibin kıymetini bilmek mi? Maruz kaldıklarımızla şikâyetsiz yaşamak sanatı mı? Kimseyi incitmemek mi?
Sizin için dindarın ilk üç vasfı nedir?
Erkeğin dindarlığındaki sıralamayı önce annesinin daha sonra kadınların belirlediğini fark ettim bir  gün. … …
Takdir-i ilâhi işte. Herkesin her türlü derdine derman olmaya çalışan kadın, kızını bağrına basamadan, dünya gözü ile göremeden gitti. Kadın doğum uzmanı, onlarca

Kader*

Şöhret-para-huzur
…iyi ki kader diye bir şey var. İyi ki bizim kader diye bir şey olduğunu bilme şuurumuz var. Yoksa her şey ne kadar zor olurdu. Ne beyhude bir çaba ile çok bilinmeyenli denklemi çözeceğiz diye uğraşır dururduk. Oysa kader diyoruz. Kader deyince ve kaderin o an bütün olumsuzluklara rağmen
 hayatımızı düzene sokan bir şey olduğunu kabul edince, hayat sırtta taşınan bir dağ olmaktan çıkıyor.
Kadrimizle bir zincirin halkaları gibi birbirimize bağlıyız. … …

Psikiyatri profesörü*

Şöhret-para-huzur
Her dakika ekranlarda. Kendi kitaplarını basmak için bir yayın evi var. Gerçek insanlarla ilgilenmek, onların dertlerine deva olmaya çalışmak yerine şöhreti tercih etti. Şöhret demek daha çok hasta demek. Daha çok hasta demek daha çok para demek. Daha çok para, mutsuzluk ve huzursuzluk
 demek. .. .. yaptığı tıp etiğine uymuyor. İnsanlar onun şöhretli ismi için kliniğine koşuyor. Ahmet Bey dedikleri Ahmet Bey’in kendisi değil hâlbuki. Yeni mezun çocukları oturtmuş kliniğine. Hastalar hikâyelerinin Ahmet Bey tarafından takip edildiğini, sanıyor. …….

Psikiyatrist*

Mesai saatleri bitince, inceltme
ye çalıştığım kocalar gibi oluyorum.
 “Biliyorsunuz ben psikiyatristim” dedi adam.  Bazılarına göre deli doktoru, bazılarına göre kederi taşıyamayan hastaların kederine kanat geren. Bir hastam söyledi bunu: “Benim kederime en yakınımdakiler kol kanat gerseydi size gelmezdim” dedi. “Yıllarca gittiğim doktorlar beni hep
 uyuttu. Uykuyu gardiyan gibi saldılar başıma. Siz dinliyorsunuz. Kederlerime sahip çıkıyorsunuz diye geliyorum size. Bunları kafaya takma demiyorsunuz diye size

Fakir*

Fakirin her şeyi fazladır zaten. En başta hayatı fazladır. Fakir; sığamayacağı bir hayatın içine beyhude sığmaya çalışandır. O gelmeden biraz önce dolmuştur bütün boşluklar. Bütün boşluklar dolunca ona yer kalmamıştır. Kalmayan yer bir çirkinin talihinden aşırılacaktır.

Son Beş dakika – Fatma Barbarosoğlu

“Aşkın gözü kördür. İlle de kulağa ihtiyaç vardır.”
Kısa kısa öyküleri okumaya başladığınızda her bir bölümün ne zaman diğer bölümlerle ilişkileneceğini anlamanız zaman alıyor. İlerleyen sayfalarda aynı çevreyi paylaşan insanların gözünden yaşananları ve diğerleri hakkındaki düşünceleri (kadın bakış açsıyla) ilgiyle okuyorsunuz. Olaylar aynı cadde üzerinde yaşayan farklı dünyanın
 insanlarını anlatıyor. Olaylar saat 07.45’de başlıyor.
Her şey on beş dakika içinde oldu.
Son on beş dakikada hayatın ahengi değişti ansızın.
Her şey hızlandı.
Nalbur Hacı Hasan Efendi, çiçekçinin sevgilisi, yolun karşısındaki çiçekçi Roman Songül ve sınav yorgunu Beril arasında geçenler, stajyer
 eczacı, aynı zamanda blogg yazan bankacı Ece, Kahverengi Kadın, komşu hanımlar, yeni hayatına alışmaya çalışan emekli Nalan Hanım ve diğerleri .. ..

Çerkezistan*

*Asya’da Uzaklarda- Kitap134 sayfa. Yazarın 1850’li yıllardaki gezi notlarından derlenen 134 sayfalık kitap bir bölümü günümüzde adları değişmiş olan Ortadoğu, Asya ve Uzakdoğu ülkelerindeki yaşamdan kesitleri yansıtıyor. Anadolu, Kafkaslar, Hindistan gibi çok bilinen coğrafyalar kadar
Belucistan, Burma, Siyam, Malaka, Borneo vb. yerler hakkında bilgiler ediniyorsunuz.
Bu arada yazarın kendi inancı dışında kalan dinleri aşağılamasını dikkat çekici buluyorsunuz.
Yazarın Çin’de katıldığı bir yemekte; “yediği etin ne olduğunu anlamak için tabağını göstererek “meee, meee” sesleri çıkarması üzerine,

Çetin abi ne dedi?

Arkası yarın – Radyo programı   ıı
Program yine kısa radyo oyunu ile başlamıştı. “ ….. gelen seslerden iki kişinin yüksek sesle tartıştıkları anlaşılıyordu. Aile büyüklerinin kendi aralarındaki tartışma kabul edilebilir seviye sınırlarını aşmıştı. Gerginlik ağabey ve kardeş rolündeki iki yetişkin adamın ağız kavgasına dönüşmüştü ……
 …… Kadınlar sessiz, başları önde tartışmayı endişeyle izliyorlardı. Çocuklar odanın bir köşesinde masa örtüsünü kendilerine siper ederek korku dolu gözlerle olanları izliyorlardı. Bunca gerginlik arasında fatura kendilerine çıkmasın anlamında ürkek

Yıldızları saymak...

 Arkası yarın – Radyo programı   ı
Sunucu aile içi ilişkilere örnekler veriyordu.
Çocukların okul ortamında veya aile dışında çevreleriyle yaşadıkları iletişim sorunlarının arka plânında aile içi yaşantılarının olabileceğine vurgu yapmıştı. Problemin doğrudan çocukta
olabileceği yargısına varmadan önce, aile içi iletişimin nasıl olduğunun da incelenmesinde yarar olacağını ifade etti. Önceden hazırlanan kısa oyunu dinleyicilerle paylaşmaya başladılar;   
“Kahvaltı için sofraya

15 Ağustos 2013 Perşembe

Sinova – Cenk Enes Özer ıı

Serinin ilk kitabı “Şeytan Severse”yi bitirdiğinizde romanın geri kalan bölümünün “Sinova” ile devam edeceğini öğrenmiştiniz. Sinova 210 sayfa. Bu ikinci kitabı bitirdiğinizde de merakınızdan ”Adalia”yı da okumanız gerektiğini anlıyorsunuz. Ne olacak? Seri kaç kitapta tamamlanacak demeye başlıyorsunuz.
Dünyamızın insanoğlundan önceki misafirleri olan ve aramızdaki hayatlarını sürdüren varlıkların
 hikâyesini ilgi ile okuyorsunuz. İlk kitap gibi ikincisi de çok sürükleyici olan “Sinovadan” alıntılar aşağıdaki gibi:
-Biz insanlardan önce yeryüzünde yaşamış ve yaşamakta olan iki farklı tür var. Semâvî dinlerin onlara verdiği ismiyle, cinler. Gizlenen, görünmeyen anlamına gelen bu kelime efsane ve masallara malzeme edilerek öylesine istismar edildi ki, son uçta sadece anlamını değil, inandırıcılığını da yitirdi.
-.. … iki evren (boyut) arasında bir kapı olduğunu bilmesi gerekirdi. ….
-.. ..ilmi, ehli olandan esirgeme, yoksa ona zulmedersin. İlmi, ehli olmayana verme, ona da zulmedersin.
- .. .. madem iyi kötü her şey O Yaratıcı’dan, söyler misin….. … nasıl oluyor da kullarına bunca acıyı reva görebiliyor?

Ev hali – Radyo programı ıv

Hayat tercihlerle doludur
Radyo programına katılan ve elli iki yaşında olduğunu ifade eden kadının sözlerinden daha önce de aynı programda yer aldığını, bunun da ötesinde kadının uzmanla yüz yüze bir görüşme yaptığını ve sorunlarının çözümüyle ilgili destek aldığını anlıyoruz. Ancak kadının tekrarlaması gereken görüşmelere katılamadığını da anlayabiliyoruz. Radyo programındaki konuşmalarda; dört çocuk annesi kadının “evliliğimizin ilk yıllarından itibaren bu sıkıntıları yaşıyoruz, kendimi hiçbir

6 Ağustos 2013 Salı

Şeytan Severse – Cenk Enes Özer ı

Okuyunca düşünmeye başlıyorsunuz. “Ne olacak halimiz?” demek istiyorsunuz. Muhasebe yaptığınızda ortaya çıkan tablo karşısında anlamazdan gelerek hesap verilemeyeceğini görüyorsunuz. İki yüz on üç sayfalık kitabın sonunda “kendime çeki düzen vermeliyim” dediğinizi fark ediyorsunuz.
Kitapta vurgu yapılan ve aslında bildiğimiz detayları günlük hayatımızda görmezden geldiğimizi, vicdanımızı susturarak kendimizi rahatlamaya çalıştığımızı biliyoruz. İşimize gelmese de önümüze konan ve insanı düşünmeye zorlayan ayrıntıların bir bölümü:

Bir Dakika önce gören göz, açık olduğu halde ve sana baktığı halde görmez oluyor. Demek ki asıl gören, göz değil; ölümle birlikte bizi terk eden ruhtur. Ve dahası ruhun, görmek için göze ihtiyaç yoktur. …
… O zaman anladık ki sevgi, kullandığımız kelimelerden çok daha etkili bir dil. …
… Kaf Dağı … … Zümrüdü Anka Kuşu …Azâzil ..
…Allah’ın  … tüm yarattıklarına verdiği değeri …. Kendisine kulluk edene de isyan edene de; şükredene de nankörlük edene de; muhabbet edene de düşmanlık edene de bütün ihtiyaçlarını karşılıksız verecek kadar

Toplumsal tabakaların ortaya çıkışı*

H.G.Weels, toplumsal tabakaların ortaya çıkışını şu şekilde açıklar: İlkel insan topluluklarından bir kısmı yiyeceklerini ararken yavaş yavaş bir yere yerleşmeye başlarlar, bir kısmı ise açıkça göçebe
 toplum özelliğini kazanır. Bu iki farklı hayat tarzı zıt yönlerde uzmanlaşırlar ve kaçınılmaz olarak birbirleriyle savaşmaya başlarlar. Savaş sanatında uzmanlaşan göçebe topluluklar fethettikleri toplumlardan ganimet alıp

Kafkasya Gerçeği


Prof.Dr. Ufuk Tavkul’un kalem aldığı 515 sayfalık kitap tekrarlardan oluşan akademik bir çalışma olarak özetlenebilir. Yazarın ayrıntılı çalışması konuya ilgi duyanları tatmin edecek bilgilerle zenginleştirilmiş. Aşağıda alıntılarla örnekleri verilecek olan ve Kafkas Halklarına ilişkin tanımlamaların bazı bölümlerinin tartışılır olduğunu ifade edebiliriz:
-Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde etnik kimlik, azınlık diller ve kültürler gibi tartışmalara konu olan unsurlardan biri de, Çarlık Rusyası tarafından 19. yüzyıl ortalarında başlayıp 20.yüzyıl başlarına kadar devam eden süreçte Osmanlı İmparatorluğu’na sürgün edilerek , Anadolu’ya, Balkanlar’a ve Orta Doğu’ya yerleştirilen Kafkasya göçmenleri… ….

-Kesintisiz olarak 270 yıl süren ve 1864 yılında Rusya’nın Kafkasya’yı işgali ve Kafkasya halklarının hürriyetlerini ellerinden almasıyla sonuçlanan Kafkas-Rus savaşlarının ardından, değişik kabilelere mensup bir buçuk milyondan fazla Kafkasyalı göç yollarına düşmüş ve âdeta bir soykırım halini alan bu sürgün hareketi neticesinde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sığınmıştır. ….

Yarım Asırlık Asker – cilt ıı *


Son olarak Kara kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan E.Orgeneral M.Hikmet Bayar’ın iki ciltten ve toplam 1270 sayfadan oluşan anıları çoğunlukla bir ceride (tarih ve yer vererek yaşananların sıralanması) anlayışı ile kaleme alınmış. Bu anlayışın okuyucuyu sıkabileceği göz ardı edilmiş. Askerlik yaşamına ilgi duyanların bile sabır ve kararlılık göstermeleri halinde ikinci cildin sonunu bulabileceğini ifade edebiliriz.
Anıların yazıldığı 1937-1996 yılları arasındaki döneme ait önemli olayların bilinmeyen arka plânlarını aydınlatıcı ve okuyucuyu bilgilendirici ayrıntı ve değerlendirmelerin verilmesinden kaçınıldığı izlenimi ediniliyor. Çoğunlukla yaşananlar paylaşılmış. Yorum, eleştiri ve geleceğe dönük öneriler yok denecek kadar az.
Ülkenin kaderinde rol oynayan ve son olarak Kara kuvvetleri Komutanı
makamında bulunan bir devlet adamının kırk yedi yıllık uzun askerlik hayatı sırasında edindiği tecrübelerini eleştirel bakış açısıyla kaleme alması ve geleceğe ışık tutması beklenirdi.
Bu beklentiye sadece 1992’de meydana gelen Erzincan depremi ile ilgili değerlendirmelerle cevap verilmiş. Deprem sonrasında yurtdışından gelen kurtarma ekiplerinin çalışmaları ve kullandıkları malzemeler örnek verilerek kaleme alınan “Edinilen Tecrübe“ başlıklı değerlendirmelerin sadece sivil yaşama ilişkin olması dikkati