1 Ekim 2014 Çarşamba

Fazla naz aşık usandırır-radyo programı-dokuzuncu bölüm

Sıradan ortaklık mı?
Terapistimiz aynı soruyu sormuştu. Nasılsınız? Olumsuz cevap almıştı.
Bu sefer olumlu cevap verebilirim. Yarım ağızla “iyiyiz”. Belki de yorulduk. Ceviz kabuğunu doldurayan “küçük şeyler” için duyarlı olmak yerine, boğuşmayı seçmenin yorgunluğu diyebiliriz. Terapiste neden gelmiştik? Daha doğrusu neden gelmek istemiştim? Talep benden gelmişti. Konuyu eşime açtığımda “ben de geleceğim” tepkisini
bekliyordum. İkimizde beklenen rolü oynamıştık. Ben her zamanki gibi yapacaklarım konusunda “etki, tepki rapor” prensibini uygulamıştım. Eşim de “inisiyatifi kaptırmamak” anlayışını uygulamıştı. Tekrar başa dönersek; terapiste gelmek / sorununa çözüm arama talebi tek taraflıydı. Her zamanki gibi kontrol “altında tutma eğilimi” kendini göstermişti.  Bu durumdan rahatsız olmadığımı ifade etmeliyim. “Bir diğerinin olayları kontrol altında tutma arzusu; her zaman her durumda her eyi kontrol edebileceği anlamına gelmez” diye düşünüyorum. Terapist yardımı almak konusunda karar vermem; bu noktada ortaya çıktı. Bir anda verilmiş bir karar değil.  Kendimi huzurlu hisedemediğim çok uzun bir süreç sonrasında; “kendi başıma çözüm bulamayacağım, bir akil adama ihtiyacım var!” kararını verdim.
Sorunu nasıl özetleyebilirim; “Sınırları ben çizerim” anlayışına maruz kaldığıma inanıyorum. “Biz” diyebilmek ne kadar önemli. “Biz” dendiğinde en az iki kişi olmalı” diye düşünüyorum. Hem biz diyeceksiniz, hem de bir kişi karar verici olacak ve iki kişi uygulayacak. Bu anlamda esnekliğimiz yok denecek seviyelerde. Esnek olunmaması anlamında “dayanma gücümü” kaybettiğime inanıyorum. Bu geçici bir şey olmalı, esneklik hiç mi yok sorusuna cevabım; ...... Sınırları ortaklaşa belirleyebilir miyiz.... cevap aynı. Ortak hayatın sınırları tek taraflı çizilebilir mi? Bundan sonra ne arayacağız? Sorularımızın doğru cevabı nedir? Soru(n)lar devam etmekte... örneklemek isterim:
-Dışarı çıkmak için hazırlık yapıyoruz. Giyindik. Dışarı çıkacağız. Kıyafetin olmamış. Çok şoparsın. Ya da “çok berduşsun.....  Dışarı çıkmadan, daha hazırlık safhasında; “şunları giysen vb.” dense itiraz etmeyeceğim....  Prof.Dr. Nevzat Tarhan kitabında (24) diyor ki; “Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan, güvenlerini hissettirmeleridir. Bu, aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur.. Bir kadın, erkeğinin giydiği gömleğin pantolonuna uymadığını gördüğünde “Bu olmamış” derse erkek kendisini beceriksiz hisseder. Bunu yerine “Bence böyle olsa sana daha ok yakışır” demek, olumsuz duyguları bertaraf edecektir.” Beceriksizliğe bile razı olacağınız durumla karşı karşıya kalıyorsunuz;  ... Şopar, berduş sözlerine muhatap oluyorsunuz. Kırıldığınızı ifade edince de  “ne canım bunda, abartıyorsun ... paronayaksın...” aşağılamasına muhatap oluyorsunuz. Bilim adamının tespitlerini okuyorum, bir de eşimin söylediklerine ..... Merak ediyorum; hiç benzer sözler ağzımdan çıkmış mı? “Senin vücudunun üstü uzun, bacakların kısa” sözünün ne amaçla söylendiğinin izahı var mı? Söyleme tarzı ve alaya alma algısı karşısında savunmada kalmak, gürültü çıkarmamak kabullenmek anlamına mı geliyor? İmtihan dünyasındayız, ya .....
Kolay anlaşılır diğer bir örnek; “televizyon seyrederken tercihi kim yapar” sorusu karşısında alınacak cevap yeterince açıklayıcı olacaktır.  Örnekler çoğaltılabilir.... Eşlerin birlikte olacağı özel zamanların ayrıntıları tek taraflı belirlenebilir mi?...... Hiç birimiz mükemmel değiliz, hatalarımız olabilir. Fakat aynı konuda ısrarlı eleştiri insanı üzebiliyor, kırabiliyor.... Özellikle insanı rahatsız edici sıfatlarla taciz etmek ....... Konunumuz belli...... Başka iyi meziyetlerimiz (iyi anne, iyi ev hanımı,....); bunları önemsiyorum. Fakat iyi meziyetleri tek taraflıymış gibi vurgulamak yeterli mi? Eşler arasındaki olması gereken ve bizdeki varlığına inandığım yüzlerce iyi / güzel kriteri sorgulamıyoruz. Bu olumluların yanında eşlerden birinde sorun algısı yaratan bir ayrıntıyı görüşüyoruz. “Olayları abrtıyorsun. “Sen ne şanslı adamsın, benim gibi ....... nereden bulacaktın” sözleri sorunumuza ilaç olabilir mi? Çevremize bakıyorum. Bizde sorun olduğuna inanıyorum. Çözüm bulma gayretlerim yetersiz kaldı. Terapist desteği almaya başladıktan sonra değişiklik olmadı mı? İçimden “evet” demek gelmiyor.... Gelinen aşamaya kadar gösterilen sabır, mevcut durumu anlamaya çalışmak, ipleri kopartmama anlayışı “istismar kapılarını mı araladı?” Kendime soruyorum. Benzer konuşmalar yaptığımda; “Sen paronayaksın. Her şeyi abartıyorsun” suçlamaları ile karşılaşmıştım. Terapist görüşmeleriden sonra bu yakıştırmalar (sıfatlar) son buldu..... Şimdi ne haldeyiz.  Kerhen de olsa esneklik görüyorum ......  “Hiç bir şey seni mutlu etmiyor“ durumuna düşmemek için olumlu gelişme demek zorundayım.... “Sihirli değnek” olmadığını biliyorum. 
-Nevzat Hoca kitabında (25) diyor ki; “Erkeğin, kadının duygularını önemsediğini hissettirmesi için kadını dinlemesi gerekir. Kadının duygularını anlamaya çalışan erkeğin, onu anlamasa da dinlemesi yeterlidir. .... Aynı durum kadınlar için de geçerlidir. Onların kocalarına öneri ve eleştiriden uzak biçimde duygularını anlatmaları, erkeklerin kendilerine karşı daha açık ve ilgili olmalarını sağlayacaktır.
-Çözümü yine biz bulmalıyız. Çözümü biz ikimiz bulamayacak isek, durumu tek taraflı kabullenmeli miyim? Aradığım ne? İlişkilerini normal yürütme başarısı gösteren insanların ortalaması ne durumda. .... Biz nereyi hedeflemeliyiz. .... Mesele ile daha ileri seviyede boğuşmamalı mıyım? Arayışlarımı / beklentilerimi sonlandırmalı mıyım...... Sadece “evlilik sıradan bir ortaklık gibi mi?” düşünülmeli ...
Diğer taraftan Karen Horney’in (Kadın Psikolojisi) “evlilik sorunları” konulu çalışmasının sonuç bölümündeki (154) “Bu tür kadınlar, bedensel yapılarıyla, giyim kuşamlarıyla ve genel görünümleriyle, davranışlarıyla oldukça kadınsı olabilirler. ... ...  söylemek isediğim, çok daha derinlere gizli-gerçekten sevebilme, bir erkeğe kendisini tam anlamıyla verebilme yetisinden yoksunluk- bir şeydir. Bu tür kadınlar daha çok kendi bildiklerini okuyacaklar ya da kıskançlıklarıyla, yersiz zamansız istekleriyle, sıkıcılıkllarıyla ve dırdırlarıyla erkeği canından bezdirip, onu kendilerinden uzaklaştıracaklardır. ....

bizi hayati ihtiyaçların doyumundan alıkoyan belki de tek bir etken vardır: Kaygı. ... Cinsler arasındakiçok güzel yani, kaygısız bir ilişki ulaşılmaz bir ideal olarak kalabilir. ... .. Her şeye rağmen, bize doğasının izin verdiği sınırların ötesinde bir şeyler veremediği için onu bağışlayabilmeli, .....  doğrudan dile getirilen ya da ima edilen diğer arzularımızı da bir yana bırakmak zorundayız. Sadece eşimizin ... doyumsuz bıraktığı cinsel etkilerimize değil,  öteki itkilerimize de doyum arayıp bulmanın değişik yollarına yönelik isteklerimizi de bırakmak zorundayız.” ifadelerini  “sihirli değnek yok” olarak mı anlamalıyız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder