1 Ekim 2014 Çarşamba

Fazla naz aşık usandırır-radyo programı-altıncı bölüm

İmtihan dünyası
-Altıncı görüşmede doğrudan ifade edilmese de ikinci sıfattan da arındığımı söyleyebilirim. İnsanlara incitici sıfat takılmasını doğru bulduğumu söyleyemem. Olumsuz  algı yaratacak sıfatları kullandıktan sonra yarım ağızla “ben o anlamda söylememiştim…..” ifadelerini de onaylayamam. Bu konuyu gündem dışında bırakmaya çalışacağım.
-Terapistimizin ev ödevi vermesinin; bizi düşünmeye yönlendirmek, muhasebe yapmak,
tercihlerimizi gözden geçirmek bakımından yararlı olabileceğini değerlendiriyorum.
-Ev ödevinden payıma düşen “beklentilerinizin kökeninde ne var?” sorusu ile ilgili muhasebe yapmaya çalıştım (diğer soru ise “ne düşünüyorsunuz?). Sosyal bir hayatın içinde yaşamımızı etkileyen ve çeşitliliğin çok olduğu bir ortamda yaşıyoruz. İnsanlardan ve medeniyetten uzak değiliz. Her geçen gün yeni şeyler öğreniyoruz. Yeni davranış modelleri geliştiriyoruz. Olaylar karşısında daha olgun davranmaya çalışıyoruz. Önceden hemen tepki verdiğimiz gelişmeleri daha sakin kıymetlendirebiliyoruz. Diğer yandan beklentilerimiz değişiyor. Keyif aldıklarımız arasından bazılarını ayıklıyoruz, bazılarını ise listelerimize ekliyoruz. Hayatın dinamik yapısı içinde yakın ve uzak çevremizden etkileniyoruz. Daha önce hiç göremediğimiz dünyanın uzak köşelerindeki anlayışları/kültürleri dahi paylaşıyoruz, bir kısmıyla ilgileniyoruz. Hatta kendimize mal ediyoruz. Dünyanın öteki ucunda yetişen bir meyveden haberimiz bile yokken, onu ister hale gelebiliyoruz.
Hayat tecrübemiz gelişiyor, öğreniyoruz, yeni şeylerin farkına varıyoruz. Öğrendikçe davranışlarımız değişebiliyor. İnsanlardan uzakta tek başımıza veya az sayıda insanla birlikte medeniyetten uzakta yaşasaydık durum değişik olabilirdi. İnsanın hayatta kalmasına yetecek kadar ihtiyaçlarımızı temin etmek yeterli olabilirdi. Çuval benzeri giysiler, buğday ve birkaç evcil hayvandan oluşan yaşam şartlarındaki temel gıdalar ve ısınmak/pişirmek için doğadan toplanan dal parçaları ile doğal hali ile hayatımızı idame ettirebilirdik. Gerçek hayatımız ise farklı. Medeni bir dünyada yaşıyoruz. Davranışlarımızı etkileyen yüzlerce kriter var. Rekabet ortamından etkileniyoruz. Medeniyetin yaşandığı bir ortamda bütün bunlardan uzakmış yaşanan “yaşanmamış hayatlar” olduğunu görebiliyoruz. Çevremizde “mış gibi yaşayanlar” olduğuna şahidiz. Meşru ölçüler içinde hayatı yaşamanın mahsuru var mı? Hayatımızın doğal sıkıntıları ile birlikte güzelliklerini de yaşamanın bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Toplum içindeki rollerimiz ve karşı taraftan beklentilerimiz var.
Hayattaki rollerimiz, beklentilerimiz, sorumluluklarımız ….. Beklentilerimiz öğrendiklerimizden çıkıyor
Aynı nitelikteki bir yiyeceği aynı market içinde farklı ambalajlar içinde bulmak mümkün. İçeriklerinin çok farklı olmadığını bilmemize rağmen; market raflarında bize sunulan ürünleri (içleri aynı olmasına rağmen) seçmekte zorlandığımız oluyor. Albenisi, cazibesi, çekiciliği, ambalajı şekli ve renkleri, ürünün estetik görünümü gibi nedenlerle etkilendiğimizi inkâr edebilir miyiz? Çoğunlukla cazibesi olan kazanıyor. Reklamların amacı ne? İnsanları neden etkilemeye çalışıyorlar? Bu kadar büyük gayretlerin bir hedefi olduğunu biliyoruz.
 -Apple ve İpad tasarımlarının mucudi Steve Jobs (biyografisini anlatan kitapta) bize fikir verebilir. “....insanların bir kitabı kapağına göre değerlendirdiklerini anlamayı ve Apple’ın bütün kutularının ve ambalajlarının içeride güzel bir mücevher bulunduğunun sinyalini vermelerini sağlayamaya özen göstermeyi öğretmişti. .... Apple müşterileri iyi hazırlanmış bir kutuyu açıp ürünün içeride davetkârca yattığını görmenin nasıl bir his olduğunu bilirler. “Stev’le ben işin ambalajlama kısmına epey zaman harcıyoruz” dedi ... “Bir şeyin ambalajını açmaya bayılırım. Ürünün özel olduğunu hissettirmek için bir ambalaj ritüeli .....
-İnsani ilişkilerdeki durumun da buna benzer olduğunu söyleyebiliriz. İnsani ilişkilerde “duygusal boyut” çok baskın hale gelebilir. Genel bir değerlendirme yapılması gerekirse: İnsanlarla ilişkilerimizde dış görünümüm hiç etkisi ve önemi yoktur diyebilir miyiz? “İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, davranışlarıyla uğurlanır” özdeyişinin haklılık payı yok mu? Kıyafet seçimini sadece aile dışındaki ortamlar için mi yapılmalı? Aile bireylerinin kendi aralarında-her zaman-görünümün ne önemi var diyebilir miyiz? Bu anlamda beklentilerin önem kazandığı özel anlar olamaz mı? Aile içinde bile günün özelliği, özel kişilerle paylaşılan özel zaman dilimleri, içinde bulunulan sağlık durumu, farklı algıların/duyguların öne çıktığı özel süreçler farklı kıyafet seçimini gerektiremez mi? Bakın Prof.Dr. Nevzat Tarhan kitabın(Kadın Psikolojisi)da ne diyor (167)  “Kişi lezzet duyduğu bir şeyi hep aynı şekilde alırsa usanç hisseder. Fakat zevk duyduğu şey farklı biçimlerde sunulduğu zaman, aynı haz devam edebilir. ....” ( )Erkek olgunlaştıkça almayı değil vermeyi öğrenir ve vermekle başarılı olacağını görür. Duyguların önemini kavrar, estetik değerleri ciddiye alır. .... (70) “Kadın cinsel etkileme gücünü artırırsa eşinin bağlılığını daha da kuvvetlendireceğini bilmelidir. Yatak odasındaki kimlikle mutfaktaki ya da salondaki kimlikler aynı olmamalıdır.... Güzel olandan ziyade öz güven sahibi kadın, erkeği kendisine çeker” diyor.
-Dağ başında medeni dünyadan uzakta yaşasaydık; bu kadar ayrıntının farkında olmadığımızdan; her gün benzer şeyleri yer-içer, aynı giysi ile üstümüzü bile değiştirmeden yatar-kalkabilirdik. Hatta insani ilişkilerimiz medeni insanlar arasında olması beklenen nezaketten / estetik beklentilerden uzak olabilirdi, karşılıklı rıza ve ortak anlayış yerine kaba gücün (feodal yapının) hakim olduğu davranışlar sergileyebilirdik. Güçlü olan karşı tarafı ezer, gerisi düşünülmezdi. İçinde bulunduğumuz medeni dünyada ise içinde yaşadığımız yaşamın farkında olduğumuzu düşünüyorum.  “Beklentilerinizin / davranışlarınızın kökeninde ne var?” sorusunun cevabını bu ayrıntıda buluyorum. Günümüz dünyasında etkileşimin her anlamda en üst seviyede olduğunu ve bunun yanında her insanın kendine ait değerlerinin bulunduğu bilincindeyiz. Toplum içindeki davranışlarımız (nezaketimiz, empati yeteneğimiz, estetik anlayışımız, dış görünüşümüz vb.)’a gösterdiğimiz özen kadar aile içindeki tutumumuzun da karşımızdakine verdiğimiz değerin bir ölçüsü olarak görülebilir. Nevzat Tarhanın vurguladığı üzere; kişinin zevk aldığı şeylerin her defasında kendisine farklı sunulması,  başka bir ifade ile; kişi üzerinde usanç yaratacak  tekdüzelikten kaçınılması, estetik değerler kavramının hayatımızda yer alması bir seçenek olabilir mi? Düşünmeliyiz.
İstisna durumları (hastalık, yorgunluk, yoğun geçirilen gün vb.) hariç tutmak gerektiğini bilmeliyiz. Birkaç örnek vermek gerekirse; Çok resmi bir gece etkinliğine giderken koyu renk takım elbise giyebiliriz, samimi arkadaşların katıldığı gündüz icra edilen, yine resmi bir etkinliğe açık veya kısmen koyu renklerin hakim olduğu takım elbise giyilebilir. Evimize ilk defa gelen ve çok da samimi olmadığımız bir komşumuz ile sık görüştüğümüz bir komşumuzun gece veya gündüz ziyaretlerinin her biri için ayrı kıyafet seçiminde bulunabiliriz. Aile içinde gündüz ve gece süresince kıyafetlerimiz o anın özelliğine bağlı olarak farklılıklar gösterebilir. Bu seçimleri yaparken her defasında yaşanmakta olan anın özelliğine göre farklı tutum içinde olabiliriz.  Aynı özellikteki benzer iki ayrı etkinliğe aynı giysiyle gidebileceğimiz gibi, farklı giysileri de seçebiliriz. Diğer bir ifade ile yaşadığımız her anın kendine özel (doğaçlama) davranış modelleri olabilir. Bu tutumlarımızı sergilerken çevremiz, aldığımız eğitim, dünya görüşümüz ve değerlerimiz etkili olmaktadır. İnsanlar arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi, karşılıklı iletişimin daha sağlıklı hale getirilmesi için medeni dünyanın ortaya çıkardığı kavramları göz ardı edebilir miyiz? “Protokol Kuralları ve Görgü” , “yemek adabı” ,  “iletişim” ,”moda” vb. çok sayıda kavram ortaya çıkmış, insanlar arasındaki iletişimi düzenlemek amacına yönelik kitaplar yazılmış, bu konularda uzmanlık alanları ve profesyonel meslekler ortaya çıkmıştır.
Bütün bunlar günümüz dünyasının ihtiyaçları haline gelmiştir. Yemeği yerken masa düzeni arıyoruz. En yakın aile bireyleri arasında bile nezaket ihtiyacı duyuyoruz. Örnekleri çoğaltabiliriz. Ne zaman, nerede, nasıl davranacağımız, ne giyeceğimiz, hangi kelimeleri seçeceğimiz her ortamda farklılıklar arz edebiliyor.  Her doğruyu her zaman söylemek yerine doğru zamanlama, doğru kelimeler, doğru ortamı yakalamaya özen göstermeye çalışıyoruz. Mide rahatsızlığımız olduğunda alacağımız çiğneme tableti (talcid, renie…)’nin zamanlaması bile önem kazanabilir. Her durumda sakız çiğnerim diyebilir miyiz? Hayat tercihlerle doludur. Zamanlaması yanlış olan bir yerde sakız çiğnendiğinde karşı tarafın etkilenmesine şaşırabilir miyiz? Adam nikah masasına oturmuş, nikah memuru konuşmasını yapıyor, damat telefona cevap veriyor!  Ya da gelin hanım aynı ortamda, davetliler karşısında sakız çiğniyor!
-Nevzat Hoca bir bilim insanı olarak (107) “Kimlik oluşumunu teşkil eden unsurların %40’ı genler, %40 toplumsal öğretiler, %20’lik oranı da kişinin kendine kattığı birikimler sonucu meydana gelir. “ diyor. Kimseyi değiştirmek gibi bir hedefim yok. Ancak bir arada uyum içinde yaşayabilme için hayata başladığımız ilk günden sonraki süreçte “kendimize kattıklarımız, çevremizden etkilendiklerimiz” bizde değişiklikler meydana getiremez mi, “bildiğimi okurum, iinisiyatifi kaptırmam” diyebilir miyiz?
-Kişisel bakış açısı ile ifade etmek gerekirse; uç noktalara / aşırılığa kaçmadan toplum içinde genel kabul gören davranışları bizlerin de gösterebileceğini düşünüyorum.  Bizi profesyonel destek almaya getiren sorun anlamında farklı düşüncelere sahibiz. Uç noktaların neresi olduğu ve genel kabul gereken davranışların başladığı / bittiği sınırların ne olduğu konusunda ortak anlayışa varamadık. Bu nedenle profesyonel destek almaya devam ediyoruz.  Yaşamımızın diğer alanlarında olduğu gibi; bizi buraya getiren nedenler konusunda da uyum sağlayabileceğimizi, sağlamamız gerektiğini düşünüyorum. Bir insanın beklentilerinin devam etmesinin ise “yaşama sevinci” nin göstergesi olduğunu biliyorum. Fizyolojik ve duygusal anlamda; daha huzurlu, daha sağlıklı ve karşılıklı beklentilerin karşılanabildiği bir yaşam için ortam oluşturma çabalarının sürdürülmesinin gerekli olduğunu, bütün bunların karşısında; insan olmanın doğasında bulunan zafiyetlerle mücadele etmek gerektiğini düşünüyorum. Tek yanlı bile olsa mevcut durumu kabullenme ve tahammül sınırlarını zorlayarak da olsa “sabır göstermenin bir erdem olduğunu” da düşünüyorum. Üstesinden gelinemiyorsa durumu kabullenmek ve hazları olmayan bir yaşama boyun eğmek de bir seçenek olabilir mi? Yorgunluğa yenik düşebilir miyim? Sorgulamaktayım.
Eski devlet adamlarımızdan birisinin halkın sızlanmalarına karşı “eyisiniz, eyisiniz” diyerek cevap vermesindeki gibi; başkalarına “iyisiniz” demekle iyi olunmuyor. Ya da “ben çevrem için en iyi insanım” demekle de iyi insan olunmuyor. Ya da “sen ne şanslı adamsın, benim gibi hanımı nereden bulacaktın ...” demekle de; bulunmaz Hint kumaşı olunmuyor. Önemli olan karşınızdakinin ne hissettiğidir. İçten gelen samimi sözlerle, maske takılarak ağızdan çıkan suni ifadeleri anlamak çok zor değil. Nevzat Hoca’nın kitabındaki( 75)” Sevgi dolu bakış, tebessüm, güzel bir kaç söz, aşk ateşini hemen canlandırır. Bu güzellikleri tetikleyen unsur da temelde var olan içtenliktir.” ifadesinin ilişkinin sağlığını etkilediğini, çocuk kandıdır gibi kullanılan yapmacık mimiklerin / sözlerin aksi tesir yaptığını dşünüyorum. Sonuç olarak her şey iyi olsaydı / yapmacıklık olmasaydı bir profesyonelin karşısında olur muyduk?
- “Kalabalıkların içindeki yalnızlık” benzetmesi başkaları içindir diyemem. “Kötü örnek, örnek olamaz” veciz sözünü aklımızda tutarak yaşadıklarımıza ve yakın çevremize bir bakalım. Kalın çoraplarını giyerek yatağa giren insanları duyduğumda şaşırmıştım. Yanlız yatınca, bazı insanların  ayaklarını kim ısıtacak? sorusunu garipsememeliyiz. Kalın çorap giyerek yatmanın ne olduğunu yaşayarak öğrenmek zorunda kalır mıyız? Düşünelim.  
-Bir başka çift ise belediye otobüsüne farklı aralıklarla binip farklı kapılardan iniyorlardı. Birlikte görünmek istemediklerinden önlü arkalı, ayrı yürüyorlardı.
-İnsanın eşiyle kolkola-elele yürümesi insanı utandırır mı?
-İnsan eşinin ailesi ile görüşmesine sınırlamalar koyar mı? Garip sorular ama, gerçek!
-Daha önce kısmen provasını yaptığım gibi; hayata küsmemeye çalışarak “mış gibi” yaşayabilirim. “Çabuk vazgeçti” diyemezler. Gayret kuldan, takdir Allah’tan. İmtihan dünyasında değil miyiz? Becerebildiğimiz ölçüde sınavı vermeye çalışacağız. Akşam olunca da kalın çorapları giymek kaderde varsa itiraz edebilir miyiz? Yeni hayat tarzını benimsemeye çalışırım.

-İyi bir ev hanımı , iyi bir anne … … itirazım yok .... ama “eşinin annesi” rolüne razı değilim. Yan yana ama uzak dur..... işin bu bölümünü çözemedim …  “ne giymemi istersin?”, “ne giyeyim?” .. .. otuz beş yılın sonunda … resmi ağız kullanılmasını gerçek hayatın doğasına uygun bulduğumuzu söyleyebilr miyiz? .... terapist desteği sonrasında “ne giyeyim?” sorusu .... sonuç bu mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder