19 Kasım 2016 Cumartesi

Mevlânâ & kadın *

-... .. “A’rabî’nin karısı diye bir hikâye var. Burada yoksulluktan şikayetçi olan bir aile söz konusu ve kadın ha bire dırdır edip duruyor: Ne bileyim, koşup duruyorsun, gidip geliyorsun, ama evde kâfi miktarda yiyeceğimiz yok, şu eşyamız eksik, bu eşyamız eksik... Sonunda A’rabi dayanamaz: “Ey kadın kavgadan, çekimeden vazgeç. Vazgeçmeyeceksen benden vazgeç.” der. “Susarsan ne ala, yoksa şu dakikadeevi barkı terk ederim.” demekten kendini alamaz. Bu arada, ağlamaya başlayan kadın için şu hâkimâne söze yer verir: “Gözyaşı kadının
 tuzağıdır.”
-Hikâyenin devamındaki şu ifadeler ne kadar beşeridir! Mevlânâ diyor ki: Ağlamadan bile gönül çekici olan kadın gözyaşı ve â u vâhı haddi aşınca, gözyaşı yağmurundan bir şimşek çakıp o merd-i vâhidin kalbine bir kıvılcım sıçradı. Güzel yüzüyle erkeği esir eden kadın , kendine bendelik süs verince hâl ne olur? İstiğnasıyla gönüller kanatan o güzel, işi yalvarmaya dökerse ne hâle girersin! Allah ‘ziyyine li’n-nas’ hükmünce kadının muhabbetiyle insanı tezyin etmiştir.  Hakkın bu tertibinden insanlar nasıl kaçabilir. “ (Vaktimiz yok, “züyyine li’n-nasi hubbü’ş-şehavati...” diye başlayan âyet-i kerime, kadına olan sevginin, ilginin insanın fıtratında olduğunu belirtiyor:)
-“Allah kadını, erkeğin sükûn ve teselli bulması için yarattı. Bunun için Adem Havva’dan nasıl ayrılabilir? Bir kimse, yiğitlikle Zaloğlu Rüstem bile olsa ya da Hamza’dan bile ileri geçse, ferman dinlemek hususunda yine de karısının esiridir.
-Evet, her şeye rağmen, erkek-egemen tavırlara rağmen, realite bu.
-“sözlerinle cümle âlemin mest olduğu Hz. Muhammed bile, ‘kellimînîya Hümeyra” (bana bir şeyler söyle ya Hümeyra) diye, eşi Hz. Âişe’ye zaman zaman hitapta bulunurdu.
-Mevlânâ Celaleddin, bu noktadan itibaren beşerî, maddi âlemin üstüne çıkıp metafizik dünyaya adım atar, önce sembollere başvurur, erkeği suya, kadını ateşe benzeterek şöyle der:
su ateşe galip galip ve baskın ise de, bir kabın içindeyken ateş o suyu kaynatır. Ne vakit bir kap ikisinin arasına girerse, ateş o suyu havaya çevirip yok eder. Zahiren su ateşe galip olduğu gibi, sen de kadına hâkim isen de, bâtınen işin hakikatinde kadına hem mağlup hem de tâlipsin.Böyle bir hususiyet ancak insanda vardır. Hayvandaki muhabbet duygusu eksiktir. Bu da hayvanın insandan aşağı olmasından ileri gelir. Kadınlar, âkıller ve gönül sahipleri üzerine geliptir. Cahiller ise, kadına galiptir; çünkü onlar sert ve kaba muamelilerdir. Cahillerde rikkat, lütuf, muhabbet azdır; çünkü tabiatlarında hayvanlık galitir.”
-Kadına baskıyı, kadına hakimiyetkurma gayretlerini cahillikle eşdeğer görür Mevlânâ ve son noktayı koyar; “Kadın Hakk’ın nurudur, sadece sevgili değil, sanki hâliktir, mahluk değil!...”
-İşte, kadının gerçek değeriburadan geliyor. O, Allah’ın yaratıcı kudretinden nitelikler taşımaktadır. Hayatın devamlılığında büyük vazife görmekte, böylece ilâhi faaliyet ve tecellinin aziz bir rüknü olmaktadır. Belli bir irfan seviyesine varanlar şöyle düşünüyor: “Kadına muhabbet, onların vücutları aynasında Cenâb-ı Hakk’ımüşâhede edebilmektendir. Mâneviyat âlemlerinde mesafe kat etmiş erkeğin sevgisi, bir bakıma onun vasıtasıyla ilâhi güzelliğin vuslatını dilemek mânasını taşır.” ... ..
-Yukarıda sözü edilen a’rabî hikâyesine , Hz. Mevlânâ kendi yorum getirir. Hani, erkekle kadın arasında hep bir didişme, bir dırdır devam edip gidiyordu. Mesnevî’nin özelliği bu zaten, hikâyeleri duş şekliyle de anlayabilirsiniz; ama, onlara öyle bir yorum getirir ki, bazen daha derinleşir, daha farklı bir boyuta ulaşır, daha bir zenginlik kazanır. Der ki, “Bu karı kocadan maksat, nefis ve akıldır, İyiyi de kötüyü de ayırt etmek için bunların ikisi de çok lâzımdır. Bu ikisi, akıl ve nefis, şu toprak evde, yani bedende gece gündüz cenk ve cidâldedir.” Akıl ve nefis yaratılışları itibariyle nasıl kavga edip dururlarsa, eh bir evde de herhalde dırdır evin tuzu biberi oluyor bazen. ... ..
-... .. Hz. Mevlâna’nın “örtünmeye zorlamak” düşüncesinin karşısında olduğunu görüyoruz. İnsan psikolojisini çok iyi bilen bir insan, kadın ruhunun inceliklerine dikkat çekiyor, aşırı baskıların ters tepeceğini ifade ediyor ve Fihi Mafih isimli kitabında kadının zorla örtünmesi konusunda hoş bir örneğe yer vermektedir.
            Kadın nedir; sen nasıl bakarsan bak, ne söylersen söyle, o neyse odur. Kendi bildiğinden şaşma, belki çok söylemekle daha beter olur. Kadına karşı kendini sakla, örtün diye ne kadar aşıru gidersen, onda kendini gösterme arzusu o nispette fazlalaşır. Halkta da gizlendiğinden dolayı o kadını görme eğilimi o kadar ziyadeleşir. Şu halde, sen oturmuş, iki tarafın da görmek ve görülmek arzusunu ve isteğini artırıyorsun.” diyor ve devam ediyor.
            “Meselâ bir ekmek alsan, koltuğunun altına koyup, onu herkesten saklayarak desen ki: ‘Bunu hiç kimseye vermeyeceğim, hattâ hiç kimseye göstermeyeceğim bil!...’ Her yerde ekmek bolluğuna rağmen, sakladığın o ekmeğigörebilmek için insanklar senin peşini bırakmazlar ve : ‘Biz o sakladığını mutlaka görmek isteriz!’ diye tuttururlar. Çünkü ‘insalar yasaklandıkları şeye karşı aşırı istekli olurlar.’



s.117

*İslâm Kadın ve Toplum (Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ) – Türkiye Diyanet Vakfı yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder