12 Ekim 2024 Cumartesi

Neler oluyor & Ergun Saygun


YENİ DÜNYA DÜZENİ SEMİNERİ,

AREL ÜNİVERSİTESİ, 9.10.2024


Tüm hazirunu saygı ile selamlayaraak sözlerime başlamak istiyorum.

Böylesine mümtaz bir topluluğa hitap etmekten fevkalade mutlu olduğumu belirtmek isterim.

Bana bu müstesna imkanı sağlayan Arel Üniversitesine ve Prof. Oktay Bingöl’e kalbi teşekkürlerimi sunarım.


Seminerin akademik standartlara uygun uzun bir ismi var.

21 nci yy dünya düzeninde değişim: Dinamikler, aktörler ve jeopolitik yaklaşımlar


Benim yaşımda hatırlaması daha kolay bir isim seçtim: Neler oluyor?


Burada ilk dikkat çeken konu, geçmiş ile mukayese edilemeyecek şekilde teknolojik, ekonomik, siyasi ve askeri vs alanlarda meydana gelen ve gelmekte olan önemli değişiklikler olacaktır. Bunlar hakkında konuşacağım.

Zor iş, çünkü ne olup bittiğini ben anlamış değilim. Mesela Tokyo borsasının güne düşüşle başlamasının bizi niye ilgilendirdiğini anlamış değilim.


Genel kanı, tek kutuplu dünya ve buna bağlı bir global düzenin artık mevcut olmadığıdır.

Ne oldu da kutuplar yok oldu, global düzen değişikliklere uğradı?

Birinci sebep; Soğuk Savaşın sona ermesidir.

Yaşanan toz duman içinde, ittifaklar dağıldı, yeni ittifaklar kuruldu, yeni dengeler oluştu, kısacası haritalar değişti. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği dağıldı, Varşova Paktı üyeleri NATO’ya katıldı, iki Almanya birleşerek, Federal Almanya bağımsız ve hükümran bir devlet haline geldi.


Bunlara karşılık:

-Eski WP ülkeleri NATO’ya alınmasın

-bu ülkelerin topraklarında daimi konuşlu NATO kuvveti, özellikle de nükleer silah bulunmasın

- Bunlara uyulmaması Rusyanın nefsi müdafaa hakkını doğurur. Yani 51 nci madde.

ABD DİB Baker

- NATO doğuya bir inç dahi genişlemeyecektir.

- Bunlar imza altına alınmadığından ABD ve NATO böyle bir söz verilmediğini ileri sürerek verdikleri sözlere uymadılar.

-Şimdi Almanya yöntemin Ukrayna’da uygulanmasını, Dombas ve Kırım’ın Ruslara terk edilmesini, karşılığında Ukrayna’nın NATO üyesi olması gibi bir çözüm konuşmakta.


Savaşlar bölgesel boyutta devam etti. Uluslararası politik-askeri durumu en fazla Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşları etkiledi. Kimin başlattığı, veya kimin suçlu olduğu tartışmaları devam ederken ve ufukta herhangi bir barış umudu görülmezken can kayıpları yüzbinleri geçti.


İkinci sebep, yüzyıllardır batının kontrolundaki, sömürgeciliğe dayalı düzen bitti. Batılı ülkeler, eski sömürgelerinin, ekonomik,teknolojik, siyasi ve askeri alanda önemli mesafeler katederek, kendi kimliklerini geliştirdiklerini ve giderek düzene ortak, hatta rakip olmaya başladiklarini bir türlü kabul edemediler.


Hintli ve Pakistanlı yöneticiler, İngiltere dahil pek çok ülkenin siyasi kadroları içinde önemli görevler aldılar.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron hala, Pasifik’teki mevcudiyetlerini mutlaka devam ettirmeleri gerektiğini savunmakta, istenmediği Afrika’da, çok fazla hükmünün kalmadığı Ortadoğu ve Kafkasya’da tutunmaya, buralara müdahil olmaya çalışmaktadır.


Üçüncü olarak; doğu batıyı, güney kuzeyi, her bakımdan zorlar hale gelmiştir. Batı küçülmüş, zayıflamış, kendi içinde menfaat çatışmaları ile karşı karşıya kalmıştır.

Kuzey- güney arasındaki coğrafi bir esasa dayanmayan mücadelede, Küresel güney; Afrika, Latin Amerika ve Karayipler, Asya ve Okyanusya bölgelerindeki ülkeleri kapsayan bir terimdir. Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore, İsrail güneyde olmalarına rağmen Kuzey ülkelerine dahildir.


Güney'deki ülkelerin çoğu, gelir eşitsizliği, yoğun nüfus, zayıf altyapı ve genellikle siyasi veya kültürel kutuplaşma ile karakterize edilirler. Aslında, küresel Güney'in büyük ülkeleri Rusya, Çin ve Hindistan -tamamen kuzey yarımküre'de yer almaktadır.

“Küresel Güney” dünya üretiminin yaklaşık %38’ini oluşturur. G7 ise %30’unu. Bu durum, çok kutuplu dünyaya doğru ilerlerlendiğinin de bir işaretidir.


Küresel güney, asırlardan beri kendısıne uygulanan sömürge politikasına karşı ayaklanmıştır.

Rusya, Çin, İran, Afrika Birliği, BRICKS , Şanghay İşbirliği Örgütü gibi ülke ve kuruluşlar, Batıya karşı ayaklanmanın Doğu ve Güneyli oyuncularıdır.


Ayrıca, dünyanın her tarafından milyonlarca sığınmacı, kendilerinde olmayan refah ve güvenliğe ulaşmak için, kuzeye ve batıya akmakta ve yeni bir kaos ortamı yaratmaktadırlar.

Doğu, Batıyı sıkıştırmakta, Çin ulaşım koridorları ile bir örümcek ağı gibi batıyı ve hatta güneyi kavramaktadır.


Çin için, Batı’ya yönelmek sadece stratejik bir seçenek değil, ayni zamanda bir ümit, hatta bir kaderdir. Batıyı, sınır değil ilerleme hedefi olarak görmektedirler. (Gen Lieu Yazhou)


Dünyada bir doğu-batı ayrımı hep olmuştur. Doğu dendiği zaman; coğrafi bir bölünmeden ziyade, genelde ekonomi, siyaset, kültür, yönetim ve yaşam tarzları bakından batı denen gruptan farklı olan ülkeler anlaşılır.

Mesela Suudi Arabistan doğudur ama yanıbaşındaki İsrail batıdır. Çin doğudur ama daha doğudaki Japonya veya Avustralya batıdır. Roma imparatorluğu batı, batıda çok fazla toprağı olan Osmanlı doğudur.


Batılı ülke ve kuruluşların, Ukrayna’dan Polonya’ya geçen mülteciler arasında Avrupalıları ayırmaları veya İsrail-Filistin savaşında, aralarında bebeklerin de bulunduğu sivillerin öldürülmesinden hiç rahatsız olmamaları hatta İsraili desteklemeleri, Avrupa ile hiç ilgisi olmadığı halde GKRY’nin, kuruluş antlaşmasına aykırı olarak, AB’ye üye yapılması , doğu ile batı arasındaki bölünmenin yakın ve çarpıcı örnekleridir.


Dördüncü sebep, belki de yukarıdakilerin de sebebi, batının politikaları ve menfaatlerine göre düzenlenmiş olan Kurallara Dayalı Uluslararası Sistemin tehdit altında olmasıdır. Mevcut düzeni korumak isteyenler, kaçınılmaz değişime ısrarla karşı çıkmakta ve engellemeye çalışmaktadırlar. Sistem korunmaz ise kaos olacağından korkmaktadırlar.


Ama değişim, birazdan örneklendireceğim gibi, zaten başlamıştır.

Birkaç örnek verelim.

BRICKS, dolar yerine başka bir para birimini savunmakta, bir merkezden kontrol edilmeyen bir parasal sistemin geliştirilmesine çalışmaktadırlar.

Sistemin altın (% 40) ve BRICKS para birimleri (% 60) ile sabitlenmiş uluslararası bir para birimi olması öngörülmektedir. Bunun tabii sonucu finansal egemenlik ve dolar hakimiyetinin sonudur.


1944 yılından itibaren altın karşılığı olma mecburiyeti kaldırılmış olan ve gücünü yaygın şekilde tedavülde olmasından alan dolardan uzaklaşma ile finansal spekülasyonlara mani olunacak, doları bir silah olarak kullananların elinden bu imkan alınacaktır. Amaç ve hedef budur.


Mevcut düzene muhalefetin başka örnekleri de mevcuttur. Fransa eski sömürgesi olan 14 Afrika ülkesinden ‘Koloni Vergisi’ adı altında, her yıl yaklaşık 500 milyar dolar almakta , ekonomilerini kontrol için Afrikaya özel para birimi cfa ( Colonies Françaises d’Afrique) frangının kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Bunlara da itirazlar ve karşı çıkmalar devam etmektedir.


Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde 5 ülkeye verilmiş olan veto hakkı sorgulanmaya tabi tutulmakta, ekonomik, siyasi ve hatta hukuki kuralları belirleyerek, uluslararası düzene ayar çeken Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlar da, tartışmaya açılmaktadır.


UCM Savcılık makamının, İsrail ile ilgili kararları da Batı tarafından kurulu düzene aykırı olduğu değerlendirilmiş ve bazı Amerikalı senatörler, bu mahkemenin “İsraili yargılamak için değil Afrika ve Putın gibiler için kurulduğunu “ söyleyerek savcılık makamına baskı yapmışlardır.


Pek çok ortak yanı olan Avrupa ülkeleri, uzun yıllardır denemelerine rağmen, gene birleşemeyip, çözülmektedirler. ABD’nin etkisinden kurtulmak için yıllardır savundukları Stratejik Bağımsızlık, Stratejik Pusula vs gibi kavramların, Trump’ın seçilmesi halinde ise fiiliyata dönme ihtimali de bazı tehlike çanlarının çalmasına yol açmıştır.


Macron’un “Avrupa ciddi bir çatırdama ve yok olma tehlikesi içinde olup, felaket beklendiğinden çok daha yakın olabilir” demesi boşuna değildir.

Aynı Macron geçtiğimiz günlerde, bu düzenin adil olmadığını ve değişmesi gerektiğini savunmuştur.


Bu sol kesimin yıllardan beri kullandıkları bir slogandır. Bunu belki de küresel güneyin haklı çıktığı şeklinde yorumlamak da mümkündür.

Milliyetçiliğin tepe yaptığı bir devirde, ülkelerin kendi milli menfaatlerini bırakıp, AB’nin öngördüğü ortak politikaları takip etmelerini beklemek çok güçtür. Zaten AB de enflasyon oranları, hudut güvenliği vs gibi birçok konuda, kendi koyduğu kriterlere uymamakta, öngörülen entegrasyon bir türlü oluşamamaktadır.


Kurallara Dayalı Uluslararası Sistemin çatırdamaları bununla da kalmamaktadır. Mesela bir süredir asimetrik bir savaş sürmektedir. Eskiden şablon muharebeleri

Herhangi bir orantının mevcut olmadığı bu savaşta, 30 milyon dolarlık bir SİHA, yalnızca 10 bin dolarlık mahalli yapım füze ile düşürülebilmekte, doğu Akdenize yığılmış batının muazzam muharebe gücüne rağmen, Huti’ler hala ticari gemi trafiğini aksatabilmekte, gemileri balistik füzeler ile vurabilmektedirler.


İsrail çağrı cihazları, telefon ve telsizleri silah olarak kullanarak can ve mal kayıplarına yol açmakta, bütün bunlara karşı ne tedbir alınacağı tartışılırken, beklenmedik yeni bir darbe ile karşılaşılmaktadır.


Deniz Kuvvetleri olmayan Ukrayna, Karadenizde Rus donanmasının üçte birini imha edebilmekte, büyük tesislere birkaç bin dolarlık kamikaze dronları ile saldırılar düzenlenebilmektedir. Kızıl Denizde, Huti’ler tarafından yapılmadığı sonradan anlaşılmış olsa da, potansiyel bir tehdit olarak nitelenen internet kablolarının kesilmesi, bir çok ülkede büyük problem yaratmıştır.


Doğrudan çatışma yerine yaptırımlar ile karşı taraf çökertilmeye çalışılmakta, silahlı güçlerin çatışması yerine, vasıtalı savaş mekanizmaları-paralı askerler veya taşeronlar kullanılmaktadır. Ateşi maşa ile tutma misali.

Ukrayna’nın savaşı kaybettiği yolundaki değerlendirmeler artmaktadır. Batı, galip bir Rusyaya karşı ne tedbir alacağının telaşı içindedir.


Soğuk Savaş sonrası NATO ülkeleri, Varşova Paktının dağılmasına paralel olarak, silahlı kuvvetlerini %70-80 civarında küçülttüler. Birlikler terhis, planlar imha edildi ve bugün yaşananlara hazırlıksız yakalandılar. Bu nedenle de uluslararası ortamdaki etkinliği azalan NATO’nun, komünizmin hapsedilmesi için Rusya ve Çin’i kuşatma politikaları beklenen yararı sağlamamış, İttifak Ortadoğu ve Pasifik’e açılma planlarını erteleyerek, kendi iç meselelerine yönelmek zorunda kalmıştır.


Lağv edilmiş bir orduyu yeniden kurmak kolay değildir. NATO 2030 tarihine kadar planlanan kuvvet yapısının %50, 2040’a kadar %67.5’una ulaşmayı hedeflemektedir. Yapılabilirse tabii ki.

NATO-AB cephesinin, Rusya-Çin yapılanması karşısında zayıf kaldığı muhakkaktır. ABD, hem Rusya, hem de Çin’i muhasim olarak ilan etmekle, stratejik bir hata yapmiştir. “AB, Rusya ile, ABD ise Çin ile uğraşmali“ şeklindeki düşünceler bir ara telaffuz edilse de, özellikle Avrupa’nin içinde bulunduğu şartlarda, bir fantazi olmaktan öte anlam taşimadiği muhakkaktir.


Obama yönetiminde, “ABD’nin aynı anda iki büyük savaşı yürütebileceği” kabul edilmişken Trump’tan itibaren, savunma stratejisi ”ABD’nin aynı anda bir savaş yapabileceği” faraziyesine dayandırılmıştır. Bu faraziye, Soğuk Savaş indirimlerine ilave olarak daha küçük bir silahlı güce yol açmıştır.


Şimdi ise Rusya, Çin ve Ortadoğu olmak üzere üç savaş ihtimalinin belirmesi, ABD için güç problemi yaratmış olup, önde gelen bazı yayınlarda “Müttefiklerin daha fazla katkıda bulunması” “ABD’nin yanlızlığı” mealinde yazılar yayınlanmakta ve ABD hariç bütün üyelerin NATO’ya daha fazla katkı yapmaları yolunda çalışmalar görülmektedir.


Uluslararsı konuları burada kesip, Türkiye bölümüne 2 nci turda değineceğim.


TÜRKİYE


Bölgesel güçler, uluslararası güç dengelerini etkileyen politikalar geliştirebilirler. Küresel ve bölgesel gündemleri etkileyecek imkan ve kabiliyetlere sahiplerdir. Bugünün karmaşık jeopolitik ortamı içinde, herhangi bir tarafa dahil olmaya gerek duymadan, olayların gidişatını yönlendirebileceklerinin farkındadırlar.


Bu ülkelerden Türkiye, bölgesel güç olarak kabul edilebilecek başka ülkelerden farklı olarak, coğrafyanın bahşettiği mükemmel konumu ile ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan istisnai özellikler taşıyan bir ülkedir. Yeni jeopolitik unsurlar olan ulaştırma koridorlarının üzerinde, hatta kavşak noktalarındadır.

Aynı zamanda Doğu ile Batı ve Güney ile Kuzey, Avrupa-Atlantik bloğu ile Avrasya, Balkanlar ile Avrupa arasında da bir köprü olarak, buralardaki gelişmelere müdahale ve bazan da dizayn eden, önemli bir denge unsuru olan bölgesel bir güçtür.

Bu nedenle, diğer ülkelerden farklı olarak, Afrika, Ortadoğu, Balkanlar, Avrupa, Ortaasya, Akdeniz ve Karadeniz havzalarında etkin olabilmekte, NATO üyesi olmakla birlikte, Batının tehdit olarak algıladığı Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerle irtibatını devam ettirebilmektedir.


Batı açısından meselenın özü, Türkiye’nin bu gücünü harekete geçirmesini önlemektır. Bunun için de bölgeye barış ve huzur getirmeye yönelik girişimlerine bile mani olmak için gayret sarfederler.

Türkiyenin bölgede Balkan Barış Gücü, Karadenizde Güven Arttırıcı Önlemler, BLACKSEAFOR, gibi girişimleri hep sorgulanmış, durdurulmaya veya sulandırılmaya çalışılmıştır.


Üç kıtanın birleştiği yerdeki Türkiye, her üç kıtaya da rahatça ulaşabilmelidir. Ancak bugün, bu imkan daha tam olarak mevcut değildir. Kalkınma Yolu projesi, Çin’in Kuşak-Yol Girişimi ve Zangezur koridoru gibi gelişmeler, yeni istikametlerden, yeni bölgelere ulaşma imkanları sağlayabilme kapasitesine sahiptir.

Türkiye başka bölgelere açılmaya yönelik politik ve askeri hamlelerle çeşitli ülkelerdeki gelişmelere müdahil olmuş, kendisini çevrelemeye çalışan çemberin ötesine geçmiştir. Bugün 15-16 ülkede askerimiz bulunmaktadır.


Komşularımızın tamamının, Türkiye üzerinde emelleri vardır ve uluslararası kamuoyunun da desteği ile, bunları gerçekleştirmek gayretlerinden vazgeçmezler.

Türkiye bu nedenle sonu gelmeyen bir kriz ortamında yaşamak zorunda kalir.

Komşularımızın herbirine karşı tedbir almak mecburiyetinde kalmışız.


Türkiye’ye yakın zamana kadar 10 ülke ambargo uygulamakta idi. Bunların tamamı NATO ülkesidir. Bunlardan bazıları, kendileri satmadıkları gibi başkalarının satmasına da mani olmuşlardır ve olmaktadırlar.

Bütün bu ambargolar ve tehditler bize güvenliğimizi kendimizin sağlamasının önemini bir kere daha göstermektedir.

Dışa bağlı bir güvenliğin sonucunun nasıl bir felaket olduğunun en güzel ve yakın örneği Ukraynadır.


Savunma sanayiinde yakalanmış olan ivmenin bu hızla devam etmesi ve uzun zamandan beri devam eden çalışmaların biran önce tamamlanarak, noksanlarımızın süratle tamamlanmasının, dışarıya bağımlılığı daha da azaltacağı muhakkaktır.


Türkiye jeopolitik bir kırılma noktasındadır. Yeni oluşmakta olan düzendeki yerini henüz net olarak belirlememiştir. Belki de henüz zamanı gelmemiştir.

Ama herşeyden önce, milli bir hedef ve amaç etrafında bütünleşmiş, güçlü ve kuvvetli bir iç cepheye ihtiyaç duyulduğu muhakkaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder