-... .. “A’rabî’nin karısı diye bir hikâye var. Burada yoksulluktan
şikayetçi olan bir aile söz konusu ve kadın ha bire dırdır edip duruyor: Ne
bileyim, koşup duruyorsun, gidip geliyorsun, ama evde kâfi miktarda yiyeceğimiz
yok, şu eşyamız eksik, bu eşyamız eksik... Sonunda A’rabi dayanamaz: “Ey kadın
kavgadan, çekimeden vazgeç. Vazgeçmeyeceksen benden vazgeç.” der. “Susarsan ne
ala, yoksa şu dakikadeevi barkı terk ederim.” demekten kendini alamaz. Bu
arada, ağlamaya başlayan kadın için şu hâkimâne söze yer verir: “Gözyaşı kadının
tuzağıdır.”
tuzağıdır.”
-Hikâyenin devamındaki şu ifadeler ne kadar beşeridir! Mevlânâ diyor ki: “Ağlamadan bile gönül çekici olan kadın gözyaşı ve â u vâhı haddi
aşınca, gözyaşı yağmurundan bir şimşek
çakıp o merd-i vâhidin kalbine bir kıvılcım sıçradı. Güzel yüzüyle erkeği esir eden kadın , kendine
bendelik süs verince hâl ne olur? İstiğnasıyla gönüller kanatan o güzel, işi
yalvarmaya dökerse ne hâle girersin! Allah ‘ziyyine li’n-nas’ hükmünce kadının
muhabbetiyle insanı tezyin etmiştir.
Hakkın bu tertibinden insanlar nasıl kaçabilir. “ (Vaktimiz
yok, “züyyine li’n-nasi hubbü’ş-şehavati...” diye başlayan âyet-i kerime,
kadına olan sevginin, ilginin insanın fıtratında olduğunu belirtiyor:)
-“Allah kadını,
erkeğin sükûn ve teselli bulması için yarattı. Bunun için Adem Havva’dan nasıl
ayrılabilir? Bir kimse, yiğitlikle Zaloğlu Rüstem bile olsa ya da Hamza’dan
bile ileri geçse, ferman dinlemek hususunda yine de karısının esiridir.
-Evet, her şeye rağmen, erkek-egemen tavırlara rağmen, realite bu.
-“sözlerinle cümle
âlemin mest olduğu Hz. Muhammed bile, ‘kellimînîya Hümeyra” (bana bir şeyler
söyle ya Hümeyra) diye, eşi Hz. Âişe’ye zaman zaman hitapta bulunurdu.
-Mevlânâ Celaleddin, bu
noktadan itibaren beşerî, maddi âlemin üstüne çıkıp metafizik dünyaya adım
atar, önce sembollere başvurur, erkeği suya, kadını ateşe benzeterek şöyle
der:
su ateşe galip galip
ve baskın ise de, bir kabın içindeyken ateş o suyu kaynatır. Ne vakit bir kap
ikisinin arasına girerse, ateş o suyu havaya çevirip yok eder. Zahiren su ateşe
galip olduğu gibi, sen de kadına
hâkim isen de, bâtınen işin hakikatinde kadına
hem mağlup hem de tâlipsin.Böyle bir hususiyet ancak insanda vardır. Hayvandaki
muhabbet duygusu eksiktir. Bu da hayvanın insandan aşağı olmasından ileri
gelir. Kadınlar, âkıller ve gönül
sahipleri üzerine geliptir. Cahiller ise, kadına
galiptir; çünkü onlar sert ve kaba muamelilerdir. Cahillerde rikkat, lütuf,
muhabbet azdır; çünkü tabiatlarında hayvanlık galitir.”
-Kadına baskıyı, kadına hakimiyetkurma gayretlerini
cahillikle eşdeğer görür Mevlânâ ve
son noktayı koyar; “Kadın Hakk’ın nurudur, sadece sevgili
değil, sanki hâliktir, mahluk değil!...”
-İşte, kadının gerçek
değeriburadan geliyor. O, Allah’ın yaratıcı kudretinden nitelikler
taşımaktadır. Hayatın devamlılığında büyük vazife görmekte, böylece ilâhi
faaliyet ve tecellinin aziz bir rüknü olmaktadır. Belli bir irfan seviyesine
varanlar şöyle düşünüyor:
“Kadına muhabbet, onların vücutları
aynasında Cenâb-ı Hakk’ımüşâhede edebilmektendir. Mâneviyat âlemlerinde mesafe
kat etmiş erkeğin sevgisi, bir bakıma onun vasıtasıyla ilâhi güzelliğin
vuslatını dilemek mânasını taşır.” ... ..
-Yukarıda sözü edilen a’rabî hikâyesine , Hz. Mevlânâ kendi yorum
getirir. Hani, erkekle kadın
arasında hep bir didişme, bir dırdır devam edip gidiyordu. Mesnevî’nin özelliği bu zaten, hikâyeleri duş şekliyle de
anlayabilirsiniz; ama, onlara öyle bir yorum getirir ki, bazen daha derinleşir,
daha farklı bir boyuta ulaşır, daha bir zenginlik kazanır. Der ki, “Bu karı kocadan maksat, nefis
ve akıldır, İyiyi de kötüyü de ayırt
etmek için bunların ikisi de çok lâzımdır. Bu ikisi, akıl ve nefis, şu toprak evde, yani bedende gece
gündüz cenk ve cidâldedir.” Akıl
ve nefis yaratılışları
itibariyle nasıl kavga edip dururlarsa, eh bir evde de herhalde dırdır evin
tuzu biberi oluyor bazen. ... ..
-... .. Hz. Mevlâna’nın
“örtünmeye zorlamak” düşüncesinin karşısında olduğunu görüyoruz. İnsan
psikolojisini çok iyi bilen bir insan, kadın ruhunun inceliklerine dikkat çekiyor, aşırı baskıların
ters tepeceğini ifade ediyor ve Fihi Mafih isimli kitabında kadının
zorla örtünmesi konusunda hoş bir örneğe yer vermektedir.
“Kadın nedir;
sen nasıl bakarsan bak, ne söylersen söyle, o neyse odur. Kendi bildiğinden
şaşma, belki çok söylemekle daha beter olur. Kadına karşı kendini sakla, örtün diye ne kadar aşıru gidersen,
onda kendini gösterme arzusu o nispette fazlalaşır. Halkta da gizlendiğinden
dolayı o kadını görme eğilimi o
kadar ziyadeleşir. Şu halde, sen oturmuş, iki tarafın da görmek ve görülmek
arzusunu ve isteğini artırıyorsun.” diyor ve devam ediyor.
“Meselâ bir ekmek alsan, koltuğunun
altına koyup, onu herkesten saklayarak desen ki: ‘Bunu hiç kimseye
vermeyeceğim, hattâ hiç kimseye göstermeyeceğim bil!...’ Her yerde ekmek
bolluğuna rağmen, sakladığın o ekmeğigörebilmek için insanklar senin peşini bırakmazlar
ve : ‘Biz o sakladığını mutlaka görmek isteriz!’
diye tuttururlar. Çünkü ‘insalar
yasaklandıkları şeye karşı aşırı istekli olurlar.’
s.117
*İslâm Kadın ve Toplum
(Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ) – Türkiye Diyanet Vakfı yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder