Terapistimiz
aynı soruyu sormuştu. Nasılsınız? Olumsuz cevap almıştı.
Bu
sefer olumlu cevap verebilirim. Yarım ağızla “iyiyiz”. Belki de yorulduk. Ceviz
kabuğunu doldurayan “küçük şeyler” için duyarlı olmak yerine, boğuşmayı
seçmenin yorgunluğu diyebiliriz. Terapiste
neden gelmiştik? Daha doğrusu neden gelmek istemiştim? Talep benden gelmişti. Konuyu
eşime açtığımda “ben de geleceğim” tepkisini
bekliyordum. İkimizde beklenen
rolü oynamıştık. Ben her zamanki gibi yapacaklarım konusunda “etki, tepki
rapor” prensibini uygulamıştım. Eşim de “inisiyatifi kaptırmamak” anlayışını
uygulamıştı. Tekrar başa dönersek; terapiste gelmek / sorununa çözüm arama
talebi tek taraflıydı. Her zamanki gibi kontrol “altında tutma eğilimi” kendini
göstermişti. Bu durumdan rahatsız
olmadığımı ifade etmeliyim. “Bir diğerinin olayları kontrol altında tutma
arzusu; her zaman her durumda her eyi kontrol edebileceği anlamına gelmez” diye
düşünüyorum. Terapist yardımı almak konusunda karar vermem; bu noktada ortaya
çıktı. Bir anda verilmiş bir karar değil.
Kendimi huzurlu hisedemediğim çok uzun bir süreç sonrasında; “kendi
başıma çözüm bulamayacağım, bir akil adama ihtiyacım var!” kararını verdim.
Sorunu
nasıl özetleyebilirim; “Sınırları ben çizerim” anlayışına maruz kaldığıma
inanıyorum. “Biz” diyebilmek ne kadar önemli. “Biz” dendiğinde en az iki kişi
olmalı” diye düşünüyorum. Hem biz diyeceksiniz, hem de bir kişi karar verici
olacak ve iki kişi uygulayacak. Bu anlamda esnekliğimiz yok denecek
seviyelerde. Esnek olunmaması anlamında “dayanma gücümü” kaybettiğime inanıyorum.
Bu geçici bir şey olmalı, esneklik hiç mi yok sorusuna cevabım; ...... Sınırları
ortaklaşa belirleyebilir miyiz.... cevap aynı. Ortak hayatın sınırları tek
taraflı çizilebilir mi? Bundan sonra ne arayacağız? Sorularımızın doğru cevabı
nedir? Soru(n)lar devam etmekte... örneklemek isterim:
-Dışarı
çıkmak için hazırlık yapıyoruz. Giyindik. Dışarı çıkacağız. Kıyafetin olmamış.
Çok şoparsın. Ya da “çok berduşsun.....
Dışarı çıkmadan, daha hazırlık safhasında; “şunları giysen vb.” dense
itiraz etmeyeceğim.... Prof.Dr. Nevzat
Tarhan kitabında (24) diyor ki; “Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan, güvenlerini
hissettirmeleridir. Bu, aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur.. Bir
kadın, erkeğinin giydiği gömleğin pantolonuna uymadığını gördüğünde “Bu
olmamış” derse erkek kendisini beceriksiz hisseder. Bunu yerine “Bence böyle
olsa sana daha ok yakışır” demek, olumsuz duyguları bertaraf edecektir.” Beceriksizliğe
bile razı olacağınız durumla karşı karşıya kalıyorsunuz; ... Şopar, berduş sözlerine muhatap
oluyorsunuz. Kırıldığınızı ifade edince de
“ne canım bunda, abartıyorsun ...
paronayaksın...” aşağılamasına muhatap oluyorsunuz. Bilim adamının
tespitlerini okuyorum, bir de eşimin söylediklerine ..... Merak ediyorum; hiç
benzer sözler ağzımdan çıkmış mı? “Senin
vücudunun üstü uzun, bacakların kısa” sözünün ne amaçla söylendiğinin izahı
var mı? Söyleme tarzı ve alaya alma algısı karşısında savunmada kalmak, gürültü
çıkarmamak kabullenmek anlamına mı geliyor? İmtihan dünyasındayız, ya .....
Kolay
anlaşılır diğer bir örnek; “televizyon seyrederken tercihi kim yapar” sorusu
karşısında alınacak cevap yeterince açıklayıcı olacaktır. Örnekler çoğaltılabilir.... Eşlerin birlikte
olacağı özel zamanların ayrıntıları tek taraflı belirlenebilir mi?...... Hiç
birimiz mükemmel değiliz, hatalarımız olabilir. Fakat aynı konuda ısrarlı
eleştiri insanı üzebiliyor, kırabiliyor.... Özellikle insanı rahatsız edici
sıfatlarla taciz etmek ....... Konunumuz belli...... Başka iyi meziyetlerimiz (iyi anne, iyi ev hanımı,....); bunları önemsiyorum. Fakat iyi
meziyetleri tek taraflıymış gibi vurgulamak yeterli mi? Eşler arasındaki olması
gereken ve bizdeki varlığına inandığım yüzlerce iyi / güzel kriteri
sorgulamıyoruz. Bu olumluların yanında eşlerden birinde sorun algısı yaratan
bir ayrıntıyı görüşüyoruz. “Olayları abrtıyorsun. “Sen ne şanslı adamsın, benim gibi ....... nereden bulacaktın”
sözleri sorunumuza ilaç olabilir mi? Çevremize bakıyorum. Bizde sorun olduğuna
inanıyorum. Çözüm bulma gayretlerim yetersiz kaldı. Terapist desteği almaya
başladıktan sonra değişiklik olmadı mı? İçimden “evet” demek gelmiyor.... Gelinen aşamaya kadar gösterilen sabır,
mevcut durumu anlamaya çalışmak, ipleri kopartmama anlayışı “istismar kapılarını mı araladı?” Kendime
soruyorum. Benzer konuşmalar yaptığımda; “Sen
paronayaksın. Her şeyi abartıyorsun” suçlamaları ile karşılaşmıştım.
Terapist görüşmeleriden sonra bu yakıştırmalar (sıfatlar) son buldu..... Şimdi ne haldeyiz. Kerhen de olsa esneklik görüyorum ...... “Hiç bir şey seni mutlu etmiyor“ durumuna
düşmemek için olumlu gelişme demek zorundayım.... “Sihirli değnek” olmadığını
biliyorum.
-Nevzat
Hoca kitabında (25)
diyor ki; “Erkeğin, kadının duygularını önemsediğini
hissettirmesi için kadını dinlemesi gerekir. Kadının duygularını anlamaya
çalışan erkeğin, onu anlamasa da dinlemesi yeterlidir. .... Aynı durum kadınlar
için de geçerlidir. Onların kocalarına öneri ve eleştiriden uzak biçimde
duygularını anlatmaları, erkeklerin kendilerine karşı daha açık ve ilgili
olmalarını sağlayacaktır. “
-Çözümü yine
biz bulmalıyız. Çözümü biz ikimiz bulamayacak isek, durumu tek taraflı
kabullenmeli miyim? Aradığım ne? İlişkilerini normal yürütme başarısı gösteren
insanların ortalaması ne durumda. .... Biz nereyi hedeflemeliyiz. .... Mesele
ile daha ileri seviyede boğuşmamalı mıyım? Arayışlarımı / beklentilerimi
sonlandırmalı mıyım...... Sadece “evlilik
sıradan bir ortaklık gibi mi?” düşünülmeli ...
Diğer
taraftan Karen Horney’in (Kadın Psikolojisi) “evlilik sorunları” konulu
çalışmasının sonuç bölümündeki (154)
“Bu tür kadınlar, bedensel yapılarıyla,
giyim kuşamlarıyla ve genel görünümleriyle, davranışlarıyla oldukça kadınsı
olabilirler. ... ... söylemek isediğim,
çok daha derinlere gizli-gerçekten sevebilme, bir erkeğe kendisini tam anlamıyla verebilme
yetisinden yoksunluk- bir şeydir. Bu tür kadınlar daha çok
kendi bildiklerini okuyacaklar ya da kıskançlıklarıyla, yersiz zamansız
istekleriyle, sıkıcılıkllarıyla ve dırdırlarıyla erkeği canından bezdirip, onu
kendilerinden uzaklaştıracaklardır. ....
bizi hayati ihtiyaçların
doyumundan alıkoyan belki de tek bir etken vardır: Kaygı. ... Cinsler
arasındakiçok güzel yani, kaygısız bir ilişki ulaşılmaz bir ideal olarak
kalabilir. ... .. Her şeye rağmen, bize doğasının izin verdiği sınırların
ötesinde bir şeyler veremediği için onu bağışlayabilmeli, ..... doğrudan dile getirilen ya da ima edilen
diğer arzularımızı da bir yana bırakmak zorundayız. Sadece eşimizin ...
doyumsuz bıraktığı cinsel etkilerimize değil,
öteki itkilerimize de doyum arayıp bulmanın değişik yollarına yönelik
isteklerimizi de bırakmak zorundayız.”
ifadelerini “sihirli değnek yok” olarak
mı anlamalıyız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder