-Altıncı
görüşmede doğrudan ifade edilmese de ikinci sıfattan da arındığımı
söyleyebilirim. İnsanlara incitici sıfat takılmasını doğru bulduğumu
söyleyemem. Olumsuz algı yaratacak
sıfatları kullandıktan sonra yarım ağızla “ben o anlamda söylememiştim…..”
ifadelerini de onaylayamam. Bu konuyu gündem dışında bırakmaya çalışacağım.
-Terapistimizin
ev ödevi vermesinin; bizi düşünmeye yönlendirmek, muhasebe yapmak,
tercihlerimizi gözden geçirmek bakımından yararlı olabileceğini
değerlendiriyorum.
-Ev
ödevinden payıma düşen “beklentilerinizin kökeninde ne var?” sorusu ile ilgili
muhasebe yapmaya çalıştım (diğer
soru ise “ne düşünüyorsunuz?). Sosyal
bir hayatın içinde yaşamımızı etkileyen ve çeşitliliğin çok olduğu bir ortamda
yaşıyoruz. İnsanlardan ve medeniyetten uzak değiliz. Her geçen gün yeni şeyler
öğreniyoruz. Yeni davranış modelleri geliştiriyoruz. Olaylar karşısında daha
olgun davranmaya çalışıyoruz. Önceden hemen tepki verdiğimiz gelişmeleri daha
sakin kıymetlendirebiliyoruz. Diğer yandan beklentilerimiz değişiyor. Keyif
aldıklarımız arasından bazılarını ayıklıyoruz, bazılarını ise listelerimize
ekliyoruz. Hayatın dinamik yapısı içinde yakın ve uzak çevremizden etkileniyoruz.
Daha önce hiç göremediğimiz dünyanın uzak köşelerindeki anlayışları/kültürleri
dahi paylaşıyoruz, bir kısmıyla ilgileniyoruz. Hatta kendimize mal ediyoruz. Dünyanın
öteki ucunda yetişen bir meyveden haberimiz bile yokken, onu ister hale
gelebiliyoruz.
Hayat
tecrübemiz gelişiyor, öğreniyoruz, yeni şeylerin farkına varıyoruz. Öğrendikçe davranışlarımız
değişebiliyor. İnsanlardan uzakta tek başımıza veya az sayıda insanla birlikte
medeniyetten uzakta yaşasaydık durum değişik olabilirdi. İnsanın hayatta
kalmasına yetecek kadar ihtiyaçlarımızı temin etmek yeterli olabilirdi. Çuval
benzeri giysiler, buğday ve birkaç evcil hayvandan oluşan yaşam şartlarındaki temel
gıdalar ve ısınmak/pişirmek için doğadan toplanan dal parçaları ile doğal hali
ile hayatımızı idame ettirebilirdik. Gerçek hayatımız ise farklı. Medeni bir
dünyada yaşıyoruz. Davranışlarımızı etkileyen yüzlerce kriter var. Rekabet
ortamından etkileniyoruz. Medeniyetin yaşandığı bir ortamda bütün bunlardan
uzakmış yaşanan “yaşanmamış hayatlar” olduğunu görebiliyoruz. Çevremizde “mış
gibi yaşayanlar” olduğuna şahidiz. Meşru ölçüler içinde hayatı yaşamanın
mahsuru var mı? Hayatımızın doğal sıkıntıları ile birlikte güzelliklerini de
yaşamanın bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Toplum içindeki rollerimiz ve karşı
taraftan beklentilerimiz var.
Hayattaki
rollerimiz, beklentilerimiz, sorumluluklarımız ….. Beklentilerimiz
öğrendiklerimizden çıkıyor
Aynı nitelikteki
bir yiyeceği aynı market içinde farklı ambalajlar içinde bulmak mümkün. İçeriklerinin
çok farklı olmadığını bilmemize rağmen; market raflarında bize sunulan ürünleri
(içleri aynı olmasına rağmen) seçmekte zorlandığımız oluyor. Albenisi,
cazibesi, çekiciliği, ambalajı şekli ve renkleri, ürünün estetik görünümü gibi nedenlerle
etkilendiğimizi inkâr edebilir miyiz? Çoğunlukla cazibesi olan kazanıyor. Reklamların
amacı ne? İnsanları neden etkilemeye çalışıyorlar? Bu kadar büyük gayretlerin
bir hedefi olduğunu biliyoruz.
-Apple ve İpad tasarımlarının mucudi Steve
Jobs (biyografisini anlatan kitapta) bize fikir
verebilir. “....insanların
bir kitabı kapağına göre değerlendirdiklerini anlamayı ve Apple’ın bütün
kutularının ve ambalajlarının içeride güzel bir mücevher bulunduğunun sinyalini
vermelerini sağlayamaya özen göstermeyi öğretmişti. .... Apple müşterileri iyi
hazırlanmış bir kutuyu açıp ürünün
içeride davetkârca yattığını
görmenin nasıl bir his olduğunu bilirler. “Stev’le ben işin ambalajlama kısmına
epey zaman harcıyoruz” dedi ... “Bir
şeyin ambalajını açmaya bayılırım. Ürünün özel olduğunu hissettirmek için
bir ambalaj ritüeli .....”
-İnsani
ilişkilerdeki durumun da buna benzer olduğunu söyleyebiliriz. İnsani
ilişkilerde “duygusal boyut” çok baskın hale gelebilir. Genel bir değerlendirme
yapılması gerekirse: İnsanlarla ilişkilerimizde dış görünümüm hiç etkisi ve
önemi yoktur diyebilir miyiz? “İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır,
davranışlarıyla uğurlanır” özdeyişinin haklılık payı yok mu? Kıyafet seçimini
sadece aile dışındaki ortamlar için mi yapılmalı? Aile bireylerinin kendi aralarında-her
zaman-görünümün ne önemi var diyebilir miyiz? Bu anlamda beklentilerin önem
kazandığı özel anlar olamaz mı? Aile içinde bile günün özelliği, özel kişilerle
paylaşılan özel zaman dilimleri, içinde bulunulan sağlık durumu, farklı
algıların/duyguların öne çıktığı özel süreçler farklı kıyafet seçimini gerektiremez
mi? Bakın Prof.Dr. Nevzat Tarhan kitabın(Kadın Psikolojisi)’da ne diyor (167) “Kişi lezzet
duyduğu bir şeyi hep aynı şekilde alırsa usanç hisseder. Fakat zevk duyduğu şey
farklı biçimlerde sunulduğu zaman, aynı haz devam edebilir. ....” ( )Erkek olgunlaştıkça almayı değil
vermeyi öğrenir ve vermekle başarılı olacağını görür. Duyguların önemini
kavrar, estetik değerleri ciddiye alır. .... (70) “Kadın
cinsel etkileme gücünü artırırsa eşinin bağlılığını daha da kuvvetlendireceğini
bilmelidir. Yatak odasındaki kimlikle mutfaktaki ya da salondaki kimlikler aynı
olmamalıdır.... Güzel olandan ziyade öz güven sahibi kadın, erkeği kendisine
çeker” diyor.
-Dağ
başında medeni dünyadan uzakta yaşasaydık; bu kadar ayrıntının farkında
olmadığımızdan; her gün benzer şeyleri yer-içer, aynı giysi ile üstümüzü bile
değiştirmeden yatar-kalkabilirdik. Hatta insani ilişkilerimiz medeni insanlar
arasında olması beklenen nezaketten / estetik beklentilerden uzak olabilirdi, karşılıklı
rıza ve ortak anlayış yerine kaba gücün (feodal
yapının) hakim olduğu davranışlar sergileyebilirdik. Güçlü olan karşı
tarafı ezer, gerisi düşünülmezdi. İçinde bulunduğumuz medeni dünyada ise içinde
yaşadığımız yaşamın farkında olduğumuzu düşünüyorum. “Beklentilerinizin / davranışlarınızın
kökeninde ne var?” sorusunun cevabını bu ayrıntıda buluyorum. Günümüz
dünyasında etkileşimin her anlamda en üst seviyede olduğunu ve bunun yanında
her insanın kendine ait değerlerinin bulunduğu bilincindeyiz. Toplum içindeki
davranışlarımız (nezaketimiz, empati
yeteneğimiz, estetik anlayışımız, dış görünüşümüz vb.)’a gösterdiğimiz özen kadar aile içindeki
tutumumuzun da karşımızdakine verdiğimiz değerin bir ölçüsü olarak görülebilir.
Nevzat Tarhanın vurguladığı üzere; kişinin zevk aldığı şeylerin her defasında
kendisine farklı sunulması, başka bir
ifade ile; kişi üzerinde usanç yaratacak
tekdüzelikten kaçınılması, estetik değerler kavramının hayatımızda yer
alması bir seçenek olabilir mi? Düşünmeliyiz.
İstisna
durumları (hastalık, yorgunluk, yoğun geçirilen
gün vb.) hariç tutmak
gerektiğini bilmeliyiz. Birkaç örnek vermek gerekirse; Çok resmi bir gece
etkinliğine giderken koyu renk takım elbise giyebiliriz, samimi arkadaşların
katıldığı gündüz icra edilen, yine resmi bir etkinliğe açık veya kısmen koyu
renklerin hakim olduğu takım elbise giyilebilir. Evimize ilk defa gelen ve çok
da samimi olmadığımız bir komşumuz ile sık görüştüğümüz bir komşumuzun gece
veya gündüz ziyaretlerinin her biri için ayrı kıyafet seçiminde bulunabiliriz. Aile
içinde gündüz ve gece süresince kıyafetlerimiz o anın özelliğine bağlı olarak farklılıklar
gösterebilir. Bu seçimleri yaparken her defasında yaşanmakta olan anın
özelliğine göre farklı tutum içinde olabiliriz. Aynı özellikteki benzer iki ayrı etkinliğe
aynı giysiyle gidebileceğimiz gibi, farklı giysileri de seçebiliriz. Diğer bir
ifade ile yaşadığımız her anın kendine özel (doğaçlama) davranış modelleri olabilir. Bu
tutumlarımızı sergilerken çevremiz, aldığımız eğitim, dünya görüşümüz ve değerlerimiz
etkili olmaktadır. İnsanlar arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi, karşılıklı
iletişimin daha sağlıklı hale getirilmesi için medeni dünyanın ortaya çıkardığı
kavramları göz ardı edebilir miyiz? “Protokol Kuralları ve Görgü” , “yemek
adabı” , “iletişim” ,”moda” vb. çok
sayıda kavram ortaya çıkmış, insanlar arasındaki iletişimi düzenlemek amacına
yönelik kitaplar yazılmış, bu konularda uzmanlık alanları ve profesyonel
meslekler ortaya çıkmıştır.
Bütün
bunlar günümüz dünyasının ihtiyaçları haline gelmiştir. Yemeği yerken masa
düzeni arıyoruz. En yakın aile bireyleri arasında bile nezaket ihtiyacı
duyuyoruz. Örnekleri çoğaltabiliriz. Ne zaman, nerede, nasıl davranacağımız, ne
giyeceğimiz, hangi kelimeleri seçeceğimiz her ortamda farklılıklar arz
edebiliyor. Her doğruyu her zaman
söylemek yerine doğru zamanlama, doğru kelimeler, doğru ortamı yakalamaya özen
göstermeye çalışıyoruz. Mide rahatsızlığımız olduğunda alacağımız çiğneme
tableti (talcid, renie…)’nin zamanlaması bile önem kazanabilir.
Her durumda sakız çiğnerim diyebilir miyiz? Hayat tercihlerle doludur. Zamanlaması
yanlış olan bir yerde sakız çiğnendiğinde karşı tarafın etkilenmesine
şaşırabilir miyiz? Adam nikah masasına oturmuş, nikah memuru konuşmasını
yapıyor, damat telefona cevap veriyor!
Ya da gelin hanım aynı ortamda, davetliler karşısında sakız çiğniyor!
-Nevzat
Hoca bir bilim insanı olarak (107)
“Kimlik oluşumunu teşkil eden unsurların %40’ı genler, %40 toplumsal öğretiler,
%20’lik oranı da kişinin kendine kattığı birikimler sonucu meydana gelir. “
diyor. Kimseyi değiştirmek gibi bir hedefim yok. Ancak bir arada uyum içinde
yaşayabilme için hayata başladığımız ilk günden sonraki süreçte “kendimize
kattıklarımız, çevremizden etkilendiklerimiz” bizde değişiklikler meydana
getiremez mi, “bildiğimi okurum, iinisiyatifi kaptırmam” diyebilir miyiz?
-Kişisel
bakış açısı ile ifade etmek gerekirse; uç noktalara / aşırılığa kaçmadan toplum
içinde genel kabul gören davranışları bizlerin de gösterebileceğini
düşünüyorum. Bizi profesyonel destek
almaya getiren sorun anlamında farklı düşüncelere sahibiz. Uç noktaların neresi
olduğu ve genel kabul gereken davranışların başladığı / bittiği sınırların ne
olduğu konusunda ortak anlayışa varamadık. Bu nedenle profesyonel destek almaya
devam ediyoruz. Yaşamımızın diğer
alanlarında olduğu gibi; bizi buraya getiren nedenler konusunda da uyum
sağlayabileceğimizi, sağlamamız gerektiğini düşünüyorum. Bir insanın
beklentilerinin devam etmesinin ise “yaşama sevinci” nin göstergesi olduğunu
biliyorum. Fizyolojik ve duygusal anlamda; daha huzurlu, daha sağlıklı ve
karşılıklı beklentilerin karşılanabildiği bir yaşam için ortam oluşturma
çabalarının sürdürülmesinin gerekli olduğunu, bütün bunların karşısında; insan
olmanın doğasında bulunan zafiyetlerle mücadele etmek gerektiğini düşünüyorum.
Tek yanlı bile olsa mevcut durumu kabullenme ve tahammül sınırlarını zorlayarak
da olsa “sabır göstermenin bir erdem olduğunu” da düşünüyorum. Üstesinden
gelinemiyorsa durumu kabullenmek ve hazları olmayan bir yaşama boyun eğmek de
bir seçenek olabilir mi? Yorgunluğa yenik düşebilir miyim? Sorgulamaktayım.
Eski
devlet adamlarımızdan birisinin halkın sızlanmalarına karşı “eyisiniz,
eyisiniz” diyerek cevap vermesindeki gibi; başkalarına “iyisiniz” demekle iyi olunmuyor. Ya da “ben çevrem için en iyi insanım” demekle de iyi insan olunmuyor. Ya
da “sen ne şanslı adamsın, benim gibi
hanımı nereden bulacaktın ...” demekle de; bulunmaz Hint kumaşı olunmuyor. Önemli
olan karşınızdakinin ne hissettiğidir. İçten gelen samimi sözlerle, maske
takılarak ağızdan çıkan suni ifadeleri anlamak çok zor değil. Nevzat Hoca’nın
kitabındaki(
75)” Sevgi dolu bakış,
tebessüm, güzel bir kaç söz, aşk ateşini hemen canlandırır. Bu güzellikleri
tetikleyen unsur da temelde var olan içtenliktir.” ifadesinin ilişkinin
sağlığını etkilediğini, çocuk kandıdır gibi kullanılan yapmacık mimiklerin /
sözlerin aksi tesir yaptığını dşünüyorum. Sonuç olarak her şey iyi olsaydı /
yapmacıklık olmasaydı bir profesyonelin karşısında olur muyduk?
-
“Kalabalıkların içindeki yalnızlık” benzetmesi başkaları içindir diyemem. “Kötü
örnek, örnek olamaz” veciz sözünü aklımızda tutarak yaşadıklarımıza ve yakın
çevremize bir bakalım. Kalın çoraplarını giyerek yatağa giren insanları
duyduğumda şaşırmıştım. Yanlız yatınca, bazı insanların ayaklarını kim ısıtacak? sorusunu
garipsememeliyiz. Kalın çorap giyerek yatmanın ne olduğunu yaşayarak öğrenmek
zorunda kalır mıyız? Düşünelim.
-Bir
başka çift ise belediye otobüsüne farklı aralıklarla binip farklı kapılardan
iniyorlardı. Birlikte görünmek istemediklerinden önlü arkalı, ayrı
yürüyorlardı.
-İnsanın
eşiyle kolkola-elele yürümesi insanı utandırır mı?
-İnsan
eşinin ailesi ile görüşmesine sınırlamalar koyar mı? Garip sorular ama, gerçek!
-Daha
önce kısmen provasını yaptığım gibi; hayata küsmemeye çalışarak “mış gibi” yaşayabilirim.
“Çabuk vazgeçti” diyemezler. Gayret kuldan, takdir Allah’tan. İmtihan
dünyasında değil miyiz? Becerebildiğimiz ölçüde sınavı vermeye çalışacağız. Akşam
olunca da kalın çorapları giymek kaderde varsa itiraz edebilir miyiz? Yeni
hayat tarzını benimsemeye çalışırım.
-İyi
bir ev hanımı , iyi bir anne … … itirazım yok .... ama “eşinin annesi” rolüne razı
değilim. Yan yana ama uzak dur..... işin bu bölümünü çözemedim … “ne giymemi istersin?”, “ne giyeyim?” .. ..
otuz beş yılın sonunda … resmi ağız kullanılmasını gerçek hayatın doğasına
uygun bulduğumuzu söyleyebilr miyiz? .... terapist desteği sonrasında “ne
giyeyim?” sorusu .... sonuç bu mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder