Hocam, her bayram geldiğinde “Nerede o eski bayramlar!” derler
büyüklerimiz. Peki, siz şimdiki bozulmuş aile yapısını gördükçe “Nerede o eski
yuvalar!” diyor musunuz? Bizden önceki kuşakların evliliklerinin daha sağlam
olmasının sebepleri sizce nedir? Bugün kurulan yuvalardaki yanlışlıklara dair
gözlemleriniz nelerdir? Kıyaslama yapabilir misiniz?
“Nerede
o eski yuvalar!” demiyorum. Eskiden de huzursuz yuvalar vardı. Mutsuz insanlar
çoktu. Yuvanın değerini bilmeyen kimseler eskiden de mevcuttu. Fakat eskiden
eşler birbirlerine “Bu benim
kısmetim.” diye bakarlardı. “Bunca insanın arasından Rabb’imin bana takdir ettiği nasibim.” diye düşünürlerdi. Eskiden insanlar evliliğin ilahî takdir sonucu gerçekleşen birliktelik olduğunu kabul ederlerdi. Gerçek de öyledir.
kısmetim.” diye bakarlardı. “Bunca insanın arasından Rabb’imin bana takdir ettiği nasibim.” diye düşünürlerdi. Eskiden insanlar evliliğin ilahî takdir sonucu gerçekleşen birliktelik olduğunu kabul ederlerdi. Gerçek de öyledir.
Hiç
bilmediğiniz, tanışmadığınız biri karşınıza çıkıyor, gönlünüz ona akıyor ve hayatınızı onunla
birleştiriyorsunuz. Bunu kısmet dışında başka ne ile izah edebiliriz?
İnsan, evliliğe böyle bakınca eşini kabulleniyor. “Bu benim yol arkadaşım.”
diyor. Eşinde gördüğü bazı olumsuzlukları sabırla karşılıyor, ona tahammül
ediyor. Bu kabulün tabii sonucu hâline şükretmektir. “Bunu bana Allah yazmış.”
demektir. İşin içine Cenâb-ı Hakk’ın iradesi girince insan, eşini kabulleniyor.
“Bu benim kaderim.” diyerek onu sahipleniyor. Uyumsuzluk gibi görünen
davranışlar zamanla tabii görülüyor, hoş görülüyor.
“Gençler, kendilerini yuvayı kuran ve yürüten yegâne güç
kabul ediyorlar.”
Bugün
gençler meseleye böyle bakmıyor. İlahî takdir yerine kendi iradelerini, kendi
seçimlerini koyuyorlar. Birbirlerini görüp beğenmelerinin sadece kendi
seçimleriyle olduğunu zannediyorlar. Kendilerini yuvayı kuran ve yürüten yegâne
güç kabul ediyorlar. Şükür,
kanaat, sabır ve tahammül duygularından mahrum oldukları için de eşlerinin
kendi anlayışına ters gördükleri tavırları karşısında paniğe kapılıyorlar.
Böyle bir insanla geçinmenin, ona katlanmanın mümkün olmayacağı sonucuna varıp
ayrılma planları kuruyorlar.
Allah’ın
istediği ve razı olduğu bir yuva nasıl olmalıdır muhterem hocam?
Yüce
kitabımız ve sevgili Efendi’miz Allah’ın razı olduğu yuvanın nasıl olacağını
bize göstermiştir. Nisa suresinin 34. ayeti kerimesinde Allah Teâlâ,
“erkeklerin aile içinde mali sorumluluklar yüklendiklerini” belirtiyor ve “bu
sebeple onların, kadınların koruyup kollayıcısı durumunda olduklarını” ifade
buyuruyor. Neden böyle? Çünkü Allah Teâlâ erkeğe kadında olmayan maddi ve
manevi bazı özellikler vermiştir. Bu özellikler sebebiyle de onu ailenin reisi
yapmıştır. Diğer bir ifadeyle ailenin disiplinini sağlama görevini ona
vermiştir. Erkek sahip olduğu bu özellikleri dolayısıyla ailesini koruyup
himaye edecektir.
“Erkeğin başkan olduğunu kabul etmeyen hanımlar, huzursuzluğa ve
geçimsizliğe daha baştan talip oluyorlar.”
Bugün
birtakım hanımlar bu ilahî görev dağılımını kabul etmiyorlar. Kendilerini
erkekten farksız görüyorlar. Hâlbuki
dinimiz, iki kişi birlikte yolculuk yaptığı zaman bile anlaşmazlıkları önlemek
için birinin başkan yapılmasını zorunlu kılıyor. Çünkü güzel dinimiz
Müslümanların ihtilaf etmesini, ayrılığa düşmesini uygun görmüyor. Bunun için
erkeği aileye başkan tayin ediyor. Erkeğin başkan olduğunu kabul etmeyen
hanımlar, huzursuzluğa ve geçimsizliğe daha baştan talip oluyorlar.
Şöyle
sorulabilir: Kadın erkeğe
itaat etmek zorunda mıdır? Evet, öyledir. Çünkü kâinatın Rabb’i, “Saliha kadınlar
itaatkârdırlar.” buyuruyor. (Nisa, 4/34) Resûl‑i ekrem Efendi’miz de: “Kadınların en hayırlısı, yüzüne
baktığında seni mutlu eden, kendisinden bir şey istediğinde sana itaat
edendir.” buyuruyor. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251, nr. 7415) Yine
fahr-i kâinat Efendi’miz bir başka hadisi şerifinde: “Bir kadın beş vakit
namazını kılar, orucunu tutar, namusunu korur ve kocasına itaat ederse ona
‘Cennet’e, istediğin kapıdan gir!’ denilir.” buyuruyor. (Ahmed b. Hanbel,
Müsned, I, 191, nr. 1661)
“Bir erkeğin, kendisine itaat eden hanımına karşı
görevleri çok daha ağırdır.”
Bu
manzaraya bakan kimse, ilk nazarda durumun kadının aleyhinde olduğunu zanneder.
Hayır, hiç de öyle değildir. Bir erkeğin, kendisine itaat eden hanımına karşı
görevleri çok daha ağırdır.
Öncelikle
erkek, eşiyle iyi geçinecektir. (Nisa, 4/19) Allah Teâlâ böyle emrediyor. Tabii
ki biz “hayırlı erkek”ten söz ediyoruz. Bu ilahî emri resûl-i ekrem Efendi’miz
şöyle tefsir ediyor: “Sizin en hayırlınız, aile fertlerine en hayırlı olandır.
Ailesine en hayırlı olanınız ise benim.” (İbni Mâce, Nikâh 50, nr. 1977)
Bir
başka hadisinde ise şöyle buyuruyor: “Hiçbir kimse karısına kin beslemesin!
Çünkü onun bir huyunu beğenmezse mutlaka bir başka huyunu beğenir.” (Müslim,
Radâ` 63, nr. 1469) Veda haccında bile Peygamber efendimiz ümmetine son
tavsiyelerini sıralarken “Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum.”
buyuruyor (Tirmizî, Radâ 11, nr. 1163). Fahr-i cihan Efendi’mizin, kocaların
eşlerine iyi davranmaları konusunda daha pek çok emri bulunmaktadır.
Kısaca
belirtmek gerekirse Allah’ın istediği ve razı olduğu yuva, eşlerin birbirini
rakip görmediği, birbirini bütünlediğine ve tamamladığına inandığı, kavga
yerine karşılıklı anlayışın hâkim olduğu yuvadır.
“Kollardan önce gözler sevdiğini kucaklamalı!”
Bir
yastıkta kocamanın formülü nedir? Evliliğe zarar veren şey, uzun yıllar aynı
insanla birlikte olmak mıdır yoksa eşlerin birbirine olan tahammülsüzlüğü
müdür?
Bir
yastıkta kocamanın formülü, birbirine muhabbet beslemek ve anlayış
göstermektir. Birbirine sevgiyle bakmasını bilen eşler, işin sırrını yakalayan
bahtiyarlardır. Eşine muhabbet dolu bir bakıştaki sıcaklık, dağların karını
eritecek güçtedir; gönüllere çöreklenen dertleri, ıstırapları, acıları yerinden
söküp atacak kuvvettedir. Bunun için de kollardan önce gözler sevdiğini
kucaklamalı, ona sessiz bir iletişimle “İyi ki varsın, sen olmasan ben ne
yapardım? Sen hayatımın en güzel hediyesisin.” diye fısıldamalıdır.
“En
cömert davranış onu sevdiğini kendisine sık sık söylemektir.”
Bu
sıcacık bakışlar dilin bağını çözecek, gönülde saklanan muhabbeti çiçek
buketleri hâlinde sevgiliye sunacak ve ona “Seni seviyorum.”
diyecektir. Bir yastıkta mutlu bir şekilde kocamanın sırrı, eşine onu sevdiğini
daha çok beden diliyle anlatmak, zaman zaman da onu sevdiğini söylemektir.
Eşine her zaman adıyla değil eşinin de
sevdiği farklı ifadelerle hitap etmeli ve onu sevdiğini dile getirmektir.
İnsan, eşi için birçok fedakârlıkta bulunabilir ama en cömert davranış onu
sevdiğini kendisine sık sık söylemektir.
Sevgi; güler yüzle, eşini öperek, kucaklayarak coşkulu bir şekilde ortaya
konmalıdır.
Karşılıklı konuşmak çok
önemlidir ama önce dinlemek sonra konuşmak. Karşılıklı konuşmamak iletişimin
kesilmesine yol açar ki bunun tamiri zordur. Hayat hep güllük gülistanlık
değildir, eşler de melek değildir. Zaman zaman iletişim kopabilir, biri diğerine öfkelenebilir. Böyle
durumlarda onları birbirine bağlayan ip, pamuk ipliği gibi zayıflar. İşte, o
zaman biri ipi gerince öteki gevşetmelidir. Biri öfke yüzünden ateşe dönüşmüşse
öteki su olmalıdır.
Tartışmak
son derece normaldir. Ama tartışırken kendini hep kontrol etmeli, ağzından
çıkan sözü ölçüp biçerek söylemelidir. Hele ses tonuna dikkat etmeli,
tartışmadan sonra mutlaka eşinden özür dilemelidir. Hatasını kabul etmek bir
erdemdir. Tartışmadan sonra barışmayı kesinlikle ertesi güne bırakmamalıdır.
Eşler
birlikte sevinmeli, birlikte üzülmelidir; eşi sevinçliyken asla somurtmamalı,
eşi üzgünken onun üzüntüsüne ortak olmalıdır.
Hanımların basit gördüğü çok önemli bir şey daha vardır: Yatağa birlikte
girmek. Eşler birlikte yatmaya çalışmalı, yatakta eşini kesinlikle
bekletmemelidir.
Evin
intizamlı olması için eşler birlikte gayret etmeli, hiçbiri asla dağınık
olmamalıdır.
Karı-koca,
evlilik mahremiyetini titizlikle korumalı; sırlarını kimseye söylememelidir.
Bir de eşler başkalarının yanında birbirinin kusurunu,
noksanını söyleyip eşini utandırmamalıdır.
Saymaya
çalıştığım bu hususlar bir yastıkta mutlu bir şekilde yaşlanmanın belli başlı
kaideleridir. Bu gibi hususlara uyulduğu takdirde Allah’ın izniyle eşler gül
gibi geçinip giderler.
“Kişi evlendiği zaman dininin yarısını tamamlamış olur…”
hadisini nasıl anlamalıyız? Evlilik ve iman ilişkisi nedir?
Mükemmel
imana sahip olmaya takva diyoruz. Hadisimiz takvayı âdeta bir elmanın yarısına
benzetiyor. Evlenen kimsenin yarı yarıya takva sahibi olacağını dile getiriyor.
Çünkü insanın bitmez tükenmez istekleri vardır. Onun öncelikle doyum bekleyen
iki organından biri “karnı”, (hadisi şerifteki ifadesiyle “batnı”), diğeri
cinsel organıdır. İnsan bu iki organı yüzünden büyük sıkıntılarla karşılaşır.
Bir
defasında ashabı kiram efendilerimiz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme
insanı cehenneme en fazla götüren şeyin ne olduğunu sordular. Allah’ın Elçisi
de onlara insanları cehenneme en fazla götüren şeyin “ağız ve cinsel organ”
olduğunu söyledi. (Tirmizî, Birr 62, nr. 2004)
“Evlenen kimse kendisini yüzde elli nispetinde cehennemden
kurtarmış olur.”
Bu iki organ, aç
olduğunda insana gözünü kırpmadan her günahı, her cinayeti işletir. İnsanı
cinsel duygunun esaretinden kurtaracak şey evliliktir. Evlenen kimse dininin
yarısını tamamlamış, kendisini yüzde elli nispetinde cehennemden kurtarmış
olur.
Bir
başka hadisi şerifte karın (batın) yerine iki çenenin arası buyuruluyor. Bu
ifadeyle dilin kastedildiği anlaşılıyor. Hadisi şerif tam olarak şöyle: “Kim
bana iki çenesi arasındaki ve iki bacağı arasındakini organını koruma sözü
verirse ben de ona cennet sözü veririm.” (Buhârî, Rikāk 23, nr. 6474)
Demek
ki insanın imtihanı, yarı yarıya iffetiyle ilgilidir. Evlenen kimse iffetini
korumuş olur. İffetini koruyan da dinini, imanını yarı yarıya kurtarmış olur.
Şayet kendisinden beklenen diğer görevleri layıkıyla yapacak olursa imanının
diğer yarısını da kurtaracak ve cenneti kazanacaktır.
“Peygamber
efendimizin Hz. Hadice’ye duyduğu sevgiyi ancak aşk kelimesiyle ifade
edebiliriz.”
Efendi’mizin
Hadice validemize olan düşkünlüğü ve o vefat ettikten sonra ona olan vefası,
bugün evlenecek bir hanıma hangi dersleri vermelidir? Peygamber’i derinden
etkileyen Hadice annemiz, hanımlara hangi yönleriyle örnek olabilir? Efendi’mizin
vefası erkeklere nasıl örnek olabilir değerli hocam?
Peygamber
efendimizin Hz. Hadice’ye duyduğu sevgiyi ancak aşk kelimesiyle ifade
edebiliriz. Aşkın tabii sonucu vefakârlıktır. Vefakârlık; sürekli sevgi,
bitmeyen muhabbet demektir.
Efendimiz
aleyhisselam peygamber olduğunu ilk öğrendiği zaman, bu konuda kendisi de
tereddütler içindeydi. Acaba ilk defa gördüğü meleğin söylediği gerçek miydi?
Kendisi peygamber mi olmuştu? Sırrını ilk defa sevgili eşine açtığı zaman
Hadice annemiz ona tereddüt etmeden iman etti, peygamberliğini ilk defa o
tasdik etti. Çünkü sevgili eşi dünyanın en doğru sözlü, en dürüst insanıydı. O
güne kadar hiç yalan söylememişti. Ona bütün imanı ve sevgisiyle yönelerek “Sen
Allah’ın peygamberisin, bunda şüphen olmasın!” dedi. Fahr-i cihan Efendi’mizin
tereddütlerini giderdi, gönlündeki elemleri dindirdi.
Hadice
annemiz Mekke’nin en zengin kadınıydı. Bütün mal varlığını sevgili eşinin
emrine verdi. Bütün servetini davası uğrunda harcamasını istedi. Hz. Hadice’nin
Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme verdikleri bunlardan da ibaret değildi.
Server-i enbiyâ Efendi’mizin cariyesi Mâriye’den olan oğlu İbrahim dışındaki
bütün çocukları sadece Hz. Hadice radıyallahu anhadan dünyaya geldi. Diğer
hanımlarından hiç çocuğu olmadı.
Sultan-ı enbiyâ Efendi’miz Hz. Hadice’nin gösterdiği vefaya,
ondan daha büyük bir vefa ile karşılık verdi. Neler mi yaptı?
Hadice annemiz vefat edince onun ayrılığına çok üzüldü. Onu ne
kadar çok sevdiğini sık sık dile getirdi. Müşterek hatıralarını anlatır, “O şöyleydi,
şöyle yapardı.” diye güzel ahlakını, faziletlerini, uyumlu davranışlarını söz
konusu eder, mutlu günlerini yâd ederdi. Koyun kestiği zaman etleri parçalar,
“Bunu falan hanıma götürün, o Hadice’yi severdi.” diye eşinin eski dostlarını
unutmadığını gösterirdi. Bir defasında Hz. Hadice’nin kız kardeşi Hâle,
Peygamber efendimizi ziyarete gelmişti. Hâle’nin içeri girmek için izin isteyen
sesini Hadice annemizin sesine benzetti ve çok heyecanlandı, “Allah’ım, bu
Huveylid kızı Hâle!” diye söylendi.
Efendi’miz
aleyhisselamın genç eşi Hz. Âişe, onun vefat edip gitmiş bir hanımın hatırasına
bu kadar çok bağlı kalmasını kıskanır, “Sanki dünyada Hadice’den başka kadın
yok!” diye onu kıskandığını ifade ederdi. O zaman Allah’ın Elçisi “Allah benim
gönlüme onun sevgisini koydu.” diye Hz. Hadice’ye duyduğu muhabbeti dile
getirirdi.
“Resûlullah
efendimizi kendilerine örnek alan mü’minler, onun eşine olan muhabbetini de
örnek almalıdır.”
Vefa
dediğimiz işte böyle şeylerdir. Resûlullah efendimizi kendilerine örnek alan
mü’minler, onun eşine olan muhabbetini de örnek almalıdır. Elbette hiçbir hanım
Hadice annemiz gibi mükemmel olamaz. Ama vefalı olan bir erkek, eşinin kusurlarını görmezden gelir.
Efendi’miz aleyhisselamın buyurduğu gibi: “Eşinin bir huyunu beğenmezse bir
başka huyundan memnun olur.”
Günümüzün
hanımları ve erkekleri bu örneklerden kendilerine dersler çıkarmalıdır.
Hanımlar hayat arkadaşlarına her bakımdan destek olmalı, onların dertlerini
paylaşmasını, sıkıntılarını hafifletmesini bilmeli, sahip oldukları maddi ve
manevi değerleri eşlerinden esirgememelidir. Erkekler de tıpkı fahr-i âlem
Efendi’miz gibi eşlerine karşı derin muhabbet beslemeli, onları el üstünde
tutmalı, gönüllerini asla kırmamaya gayret etmelidir.
*Yazının
tamamı için : Elif Elif Dergisi http://www.gencdoku.com/
http://www.cocukaile.net/kollardan-once-gozler-sevdigini-kucaklamali-3/
Genç Doku Dergisi’nin Yaşar Kandemir ile yaptığı söyleşi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder