-Türk
toplumunun psikolojisi nasıl?
Dünyaya
baktığınızda ne kötü ne de iyi, onu kötü ya da iyi yapan sadece bizim
algılarımız, keşke bunu bir anlasak. Algılarımız da hayatın bize nasıl
davrandığıyla alakalı. Cömert davranmışsa bu dünyanın iyi bir yer olduğuna
inanıyoruz, davranmamışsa, tersi. Ama çok daha önemli bir şey var aslında. Bu
dünya ne olursa olsun bizim ne yaptığımız önemli. Biz sadece piyon muyuz yoksa
dünyanın etkileri üzerinde kişiliğimizi koruyabiliyor muyuz? Dünyada
kapladığımız küçücük yerde maksimum anlamlı tavrımız ne olabilir? Ben böyle
bakmaya
çalışıyorum hayata.
çalışıyorum hayata.
-Türk
toplumunun özellikleri nedir peki?
Güce önem
veriyoruz. Kahraman ihtiyacı duyuyoruz. “Hep” ya da “hiç”lerimiz var. Düşünce hatamız hep
oradan başlıyor. Genellemelerimiz
çok, keyfi çıkarımlarımız da.. Olumsuza odaklanıyoruz maalesef. Bir insan ya
iyi ya kötü, ya doğru ya yanlış, ya başarılı ya başarısız….
-Gri alan yok yani…
Yok. Sıfır
ile yüz var sadece ve arasındaki rakamlar yok. Kahraman ya da vatan haini. Oysa
hayatın kendisi bu sıfırla yüz arasındaki yolculuk değil mi aslında? Bu aralar çok
moda herkes hayatın anlamının peşinde ama yanlış yerlerde arıyoruz. Bir insan
sürekli aynı stratejiyle yaşadıysa, başka bir stratejiye geçemediysek,
aynısının dozunu artırıyoruz. Örneğin
susması için çocuğa bağırmak, işe yaramıyorsa daha fazla bağırıyoruz. Olmadı
dövüyoruz. Oysa değiştir yolu… Arayarak, çabalayarak bul, farelerden daha
akıllı olmamız lazım.
-Çocuklarda
o gayret var…
Var tabii…
Büyüdükçe o gayreti
unutuyoruz. Yürümeyi öğrenene kadar bir bebek normalde kaç kez düşer? En
az 250… Biz o bebeğe yere düştüğü zaman “Salak beceremiyorsun, deneme işte!!’’
demiyoruz. Alkışlıyoruz. Çocuk neyi anlıyor? Gayretin alkışlandığını.. Çocuk
ilkokula gitmeye başladığından itibaren dünya ne diyor? Dörtgöz, cüce, şişko… O
alkışlanan çocuk neyi görüyor? Gayret falan alkışlanmıyor, sadece başarı
alkışlanıyor. ... ..
-Bu
yüzden mi şiddet artıyor?
Evet.
Etrafımız modellerle çevrili ama gittikçe azalan bu modellerin bunda
sorumluluğu çok tabii. Ailede başlıyor, okulda devam ediyor, iş hayatı,
siyasetçiler, basın derken her şey bize model zaten. Şiddetin nedeni çok.
Dikkatin en yoğun olduğu dönemde şiddetin artması son derece ilginç.
Farkındalık var ama artış da var.
-Ne
demek bu?
Şiddeti
konuşmak yeterli değil maalesef. Biçimlerini öğrenip önlem almamız lazım. Dil
bisturi gibidir. Ruha ve
iç dünyaya açılan yaralar kolay kapanmıyor. Söylediğimiz cümlelerin
içindeki agresyonu azaltmamız lazım. Şiddetin arkasında öfke,
öfkenin arkasında çoğu zaman kırılmışlık
var. Haksızlık duygusu… O haksızlık algısı toplumda yaygınlaştığı zaman
iş zor. Seçenek sunmamız lazım, az haklı, yarı haksız vs gibi… Ya hep ya hiç
değil yani… Ya haklı ya haksız değil. Bir insan tamamen haksız olamaz ya da
haklı gibi…
Bir
politikacı tamamen yanlış olamaz örneğin. Zaten dört dörtlükse 10 yıl sonra ne
öğrenecek o hayattan? Hepimiz öğreniyoruz, gelişiyoruz…
-Boşanmalar
da artıyor…
Artıyor.
-Ya
cinsellik?
Konuşulur
hale geldi artık. En azından “Sorun var’’ şeklinde bir sinyalin farkındalığı
anlamına geliyor. Farkındalık var ama inanılmaz kötü kullanıma açık bir alan.
Herkes cinsellik konusunda uzman. Evlilik terapisti, yaşam koçu… Nasıl oluyor
bu? Uzman dolu bu ülke. Uzman ila azman arasındaki fark önemli… Bu kadar
konunun olduğu yerde bu kadar koç olmasına da şaşırmamak lazım tabii. Bu
arkadaşlar her şeyi her işi yapıyor. Olacak iş değil. Bilenle bileni ayırmak
lazım.
-Ekrana
çıkacak uzmanlara kriter geliyor, ne diyorsunuz?
Nasıl
yapıldığına bağlı tabii.. Ama haklılar. Her önüne gelen hatta her parayı
bastıran konuşuyor. Kanala para verip istediğiniz yayını yapabiliyorsunuz, 6 ay
önce öğrendim tesadüfen, çok tehlikeli. Meslektaş dediğim grup geniş ama bazen
dehşete düştüğüm oluyor.
verici!
-Ağzım
açık kaldı…
Daha neler
var.. Botokstan tutun da… Yani demek istediğim kötü kullanıma açık bir alan ve
karnemiz çok kötü maalesef. Kadın cinselliğini tanımıyoruz. Işlev
bozukluklarını bilmiyoruz. Kadının tepkisi ve fizyolojisi çok farklı. Daha yeni
keşfediyoruz. En zorluk çektiğimiz alan kadınlarda orgazm sorunu, ilgi istek
bozukluğu.
-Artık
sekssiz evlilikler var…
Evet, çok
doğru. Örneğin başka bir sorunla geliyor çiftler, laf arasında “Zaten 5 yıldır
seks yapmıyoruz” diyor. Eşlerin ikisinde de cinsel işlev bozukluğu varsa zaten
aldırmıyorlar. Taraflardan biri sorun olarak görüyorsa ancak bize geliyor.
Evlilik yeni başladıysa sorun olabiliyor. Sonrasında sorun olmuyor. Biz
evlenirken hayal ettiğimizle evleniyoruz olanla değil. O yüzden aşk bir görme
kusuru diyorum ya.. Seks dışında başka faktörleri ön plana çıkarıyor eşler ve
seksi önemsemiyor. Mesela çocuk… Geniş ailenin aynı evde yaşaması. Seks
erteleniyor. Ama seksi ertelerseniz, hayatınızdan çıkarırsanız, zamanla buna
duyulan ihtiyaç gittikçe azalıyor.
-İyi
bir şey mi bu?
Değil
tabii. Sorunlar başlıyor. Birinin ötekini dengelemesi gerekiyor. Erkek seksi istiyor,
dillendiriyor, kadın daha az dillendiriyor. Mesela muhafazakâr kesimdeki
çiftler bu konuda çok daha iyi. Problemleri dillendiriyor ve çözümü için çaba
harcıyor, uzmanın önerdiklerini uyguluyorlar. Bizim o çok entelektüel, her şeyi
bilen kesim, her şeyi sorguladığı gibi bunu da sorguluyor, niye yapacağım,
böyle tedavi mi olur falan diyebiliyor. Her kesimde “cinselliğin” yaşamın
kaçınılmaz bir parçası olduğunun farkında olarak bir hareket var. Bu iyi bir
şey.
... ..
-Evliliğe
inanıyor musunuz?
İnsanların
bağ kurma ihtiyacına inanıyorum. Ve bu bağ kurma ihtiyacına sosyal ve yasal
açıdan en iyi paketin hâlâ evlilik olduğunu düşünüyorum.
*Yazının tamamı
için: Psikiyatr
Mehmet Zihni Sungur, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi.
Habertürk Gazetesi- Balçiçek İlter Röportaj http://www.cocukaile.net/evlilik-bag-kurma-ihtiyacidir/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder