Radyo programına katılan ve elli iki yaşında olduğunu ifade eden kadının sözlerinden daha önce de aynı programda yer aldığını, bunun da ötesinde kadının uzmanla yüz yüze bir görüşme yaptığını ve sorunlarının çözümüyle ilgili destek aldığını anlıyoruz. Ancak kadının tekrarlaması gereken görüşmelere katılamadığını da anlayabiliyoruz. Radyo programındaki konuşmalarda; dört çocuk annesi kadının “evliliğimizin ilk yıllarından itibaren bu sıkıntıları yaşıyoruz, kendimi hiçbir
zaman beğendiremedim, aramızdaki kopukluk devam ediyor .. .. .. .. “ sözleri üzerine,
Uzmanın “çocuklarınız bu durumdan rahatsızlar mı?” sorusu geliyor,
“Evet, çocuklarım da etkileniyor. Geçen gün kızım bütün problemin bende olduğunu söyleyince, evliliğimizi sonlandırma düşüncemi sizinle de paylaşmıştım. Madem sorun bende, eşim hâlâ genç sayılır, huzur bulacağı yeni yuvasını kurabilir demiştim. Siz bunu uygun bulmayarak başka tavsiyelerde bulunmuştunuz. Bu durumun uzman desteği alınması gerektirdiğini ifade etmiştiniz. Tekrar gelmem gerekiyordu ancak olmadı” şeklindeki konuşmalar devam etmişti.
Programdaki konuşmalar insanı düşündürücü boyutta.
Aile geçimsizlikleri ve boşanmaların, evliliklerin her aşamasında olabildiğini, çoluk çocuğa karışmış insanların bile toplumdaki genel tablonun dışında kalamadığını görüyoruz.
İnsani ilişkilerin sağlıklı yürütülmesinde:
-Sihirli formül aramanın çare olmadığını,
-Uzman desteğine itiraz edilmemesi gerektiğini,
-Bunun yanında her sıkıntının kendine özel çözümünü tarafların kendi aralarında aramaları hususu akla geliyor.
Genç yaşlardaki çiftlerde daha çok karşılaştığımız geçimsizliklerin; birlikte geçen uzun yılları geride bırakmış insanlarda da görülmesi artık insanı şaşırtmıyor.
Yaşananlar tecrübe oluyor, birikiyor.
Ama görüyoruz ki yaşanan uzun yıllar bazen yeterli olamıyor.
Kendimize soralım; “artık olgunlaştım” diyebiliyor muyuz?
Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu öğrenebildik mi?
Yıllar bizi de değiştirdi mi?
Olaylar karşısındaki tepkilerimiz; yaşımız ve tecrübelerimizle orantılı mı?
Öğrendiğimizi zannettiğimiz hayat; olaylar karşısındaki davranışlarımızda değişiklik yarattı mı?
İlişkilerimizi ustalıkla yönlendirebiliyor muyuz?
Usta olduğumuzu düşünsek bile öğrenecek çok şeyimiz olduğunu biliyor muyuz?.
Yaşam devam ettiği sürece öğrenme de bitmiyor.
Geriye baktığınızda öğrendiklerinizin sorunlarımızı çözmeye yetmediğini, her yeni gün daha fazla tecrübeye ihtiyacınız olduğunu anlıyoruz.
Her adımda yeni bir tercih yapmak durumunda kalıyoruz.
Hep kazanacağım/kazanmalıyım anlayışı yanıltıcı olabiliyor.
Biraz da başkalarını değerlendirmelerini dinleyemez miyiz?
Hatta uzman desteği formülünü düşünmemiz gerekmez mi?
Terazinin kefeleri gibi; bir taraftan kazanırken, diğer taraftan neleri kaybedebileceğimizi göze almak durumundayız.
Kaybetmeyi göze alabiliyor muyuz?
Siyah beyaz örneğinde olduğu gibi, aradaki diğer renk tonlarını yakalamaya razı mıyız?
Eldeki ile yetinmek, diğer bir ifadeyle duruma “razı olmak” bir çözüm olabilir mi?
Ara renkleri yakalamak; mutluluğun anahtarı olabilir mi?
Tercih kullanmak durumundayız.
Siyah veya beyazdan birini tercih edeceğiz veya ara renklere razı olacağız.
Seçimini yapacağımız ara renk tam anlamıyla bizi mutlu etmese bile uçlarda yaşamaktan iyidir anlayışı huzur verecek mi?
Her şeye yeniden başlayacak kadar vaktimiz var mı? Gücümüz yetecek mi?
Tercihimizi yapacağız.
Başlıkta ifade edildiği üzere “hayat tercihlerle doludur”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder