… .. Sevgiye yada geleneksel evliliklerdeki gibi toplum göreneklere ve alışkanlıklara dayalı evliliklere dikkatle bakacak olursak, birbirini gerçekten seven azınlıkta olduğunu hemen fark ederiz. Toplumsal görev duygusu, gelenekler, karşılıklı ekonomik çıkarlar, çocuklara olan ortak ilgi, karşılıklı bağımlılık ya da korku bazen de birbirine duyulan nefret, genellikle “sevgi olarak yaşanmaktadır. Eşlerden birinin ya da ikisinin birden birbirlerini hiç sevmediklerini, belki de hiç sevmemiş olduklarını anlayana dek, bu böyle sürüp gitmektedir. Günümüzde bu konuda bazı olumlu gelişmeler olduğunu hemen ekleyeyim. İnsanlar eskiye oranla daha uyanık ve gerçekçi oldular. En azından cinsel çekicilik ve cinsel tutku ile sevgiyi birbirine karıştırmayanların sayısında artma olduğu bir gerçek. … ..
… .. Aşkın ilk dönmelerinde her iki taraf da, diğerinden emin olmadığı için dikkatlidir ve öbürünün kalbini kazanmaya çalışır. Canlı, hareketli, ilgi çekici ve bu canlılıkları yüzlerine yansıdığı için de güzeldirler. İkisi de birbirlerine sahip olmadıklarından, enerjilerini olmaya, yani vermeye ve karşı tarafı canlandırmaya yöneltmişlerdir.
Bu durum , çoğu kez evlilikten sonra değişiverir. Evlilik sözleşmesiyle eşler birbirlerinin bedenleri, duyguları ve ilgi alanları üzerinde hak sahibi olurlar. Artık kazanılması gereken bir nesne, bir mülkiyet haline gelmiştir. Çünkü sevgi sahip olunabilecek bir nesne, bir mülkiyet haline gelmiştir.
İki tarafa da, sevgiye değer olmaya ve sevgiyi canlandırmaya çaba göstermemeye başlayınca, her şey can sıkıcı olur ve güzellikler yitirilir. Hayal kırıklığına uğrayan eşler çaresizdirler. Kendilerine “Başlangıçta bir hata mı yapmıştık? Yoksa karşımızdakini tanıyamamış mıydık? Veya
ben mi değiştim? gibi sorular soran eşler kendilerini aldatılmış hissederler. Anlayamadıkları şey, artık ilk zamanlardaki gibi birbirlerini seven insanlar olmadıklarıdır. Sevgiye sahip olabileceklerini sanma hatası, onların birbirlerini sevmelerine engel olup sevgiyi yok etmiştir. İşte bir kez bu düzeye gelince, çiftler yeniden sevebilmeyi denemek yerine, sahip oldukları ortak şeylere yönelirler. Para, toplumsal yer, sahip oldukları yer, ev, çocuklar gibi konular sevginin yerini alır ve sevgi ile başlayan evlilik böylece çoğu kezi dostane bir mülkiyet ortaklığına dönüşür. İçine kapalı bencil, ve birbirinden kopuk iki kişinin bu beraberliğine de yanlış bir tanımla “aile” denir. … ..
ben mi değiştim? gibi sorular soran eşler kendilerini aldatılmış hissederler. Anlayamadıkları şey, artık ilk zamanlardaki gibi birbirlerini seven insanlar olmadıklarıdır. Sevgiye sahip olabileceklerini sanma hatası, onların birbirlerini sevmelerine engel olup sevgiyi yok etmiştir. İşte bir kez bu düzeye gelince, çiftler yeniden sevebilmeyi denemek yerine, sahip oldukları ortak şeylere yönelirler. Para, toplumsal yer, sahip oldukları yer, ev, çocuklar gibi konular sevginin yerini alır ve sevgi ile başlayan evlilik böylece çoğu kezi dostane bir mülkiyet ortaklığına dönüşür. İçine kapalı bencil, ve birbirinden kopuk iki kişinin bu beraberliğine de yanlış bir tanımla “aile” denir. … ..
Yukarıdaki açıklamalara rağmen, yine de belirtmeliyim ki, birbirini seven iki insan için en iyi çözüm, evliliktir. Sorunu yaratan evlilik değil, evlenen kişilerin karakter yapıları ile içinde yaşanılan toplumun kuralları ve değer yargılarıdır. … ..
... ..
*sahip olma ya da olmak iki varoluş biçimi üzerine bir inceleme & Erich Fromm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder