İki kitaptan oluştuğu ifade edebileceğimiz 491 sayfalık bu ikinci kitapta geçenleri İshak Alaton anlatmış, Mehmet Gündem kaleme almış. Kitabın ilerleyen sayfaları ve son bölümünde “Lüzumsuz Adam”ın anlamını çözüyoruz. Yakın tarihimizle ilgili değerlendirmelere yer veren eser okunmaya değer. Değerlendirmeler yapılırken felsefe ile de tanışıyorsunuz. Kitaptan alıntıları ve kişisel değerlendirmeleri paylaşmaya çalışacağız:
-Seksen beş yılını geride bırakan tanığın cümleleriyle; hem Türkiye’nin hem de dünyanın, büyük buhranların ardından büyük değişimlerin ve büyük hamlelerin
yapıldığı bir devre ışık tutulmaya çalışılıyor.
-“İnsanlar sahip olduklarına şükredeceklerine gözlerini hep ulaşamadıklarına dikiyor. Hâlbuki seni mutlu edecek şey yanındadır ama sen ondan uzaktasın” düşüncesi tam doğruyu yansıtıyor diyebilir miyiz?
-Elbette elimizdekine şükretmek, her insanın kendisi için ulaşılabilir hedefler belirlemesi, bu hedeflere yürürken gerektiği kadar rekabet etmesi, hırslanmadan ama azimle çaba sarf etmesi anlayışı da sorgulanmalı.
-Bir taraftan kanaatkâr olmak, diğer taraftan azimle istemek arasındaki dengeyi sağlamak anlayışı da düşünülmeli.
-Hayat tercihlerle dolu. Aldığımız eğitimlerin, öğrendiklerimizin ve tecrübelerimizin her adımda insanı olgunlaştırması beklenir.
-“Başkalarının hatalarından sen ders çıkar …” Doğru söze ne denir. Tecrübeyi tecrübe etmek yerine hazır tecrübeyi kullanmak kadar akılcı ne olabilir?
-Gelişmiş ülkelerde bütün sosyal sorunların çözümünü hükümetten beklenmez. Politikacıların, önce kendi çıkarları yolunda çalıştıkları, dünyaca kabul edilmiş bir gerçektir. Sosyal sorunlara sahip çıkan medyanın yanında sivil toplum örgütlerinin çoğalmaları ve ülke sorunları hakkında çözüm üretmeleri gerekir. … …
-Unutma, hayatın zenginliği ucsuz bucaksız….. Hepsi senin için yaratılmış… Yeter ki onları gör!
-“Hayat debisi yüksek bir nehir gibi akıyor. Ve biz içindeyiz. Bu akıntıda kaybolmamak için teslimiyet ve irade arasında bir denge kurmalıyız” sözlerine katılmamak mümkün mü? Doğru olduğuna inandıklarımız için bile her şeyi sorgulamanın, bir kere daha düşünmenin ne zararı olabilir?
-Vasat politikacı rekabetten korkar. Etrafına, kendinden daha az beceri sahibi olan insanları toplar. … Devlet adamı ise rekabetten korkmaz. …. Zamanı gelince bayrağı devreder ve çekilir.
-Sözler doğru da; uygulamada görmek çok görmek mümkün mü? Sadece politikada değil diğer kamu görevlerinde sık karşılaştığımız bir durum değil mi? Makam sahipleri, etraflarındaki liyakatsiz insanların sadakat izlenimi veren güzel sözleriyle mutlu olmuyorlar mı?
-Her zaman işini iyi bilenlerle çalış. Yani profesyonellerle…
-Her şeyi sen yapmaya kalkışma.
-Gündelik hayatımızda bile uygulamamız gereken düşünceler değil mi? Aile üyeleri arasında bile herkesin yaşına/becerisine uygun sorumluluklarının belirlenmesi, görev paylaşımı ve sorumluluk üstlenilmesi özgüvenin kazanılması için değerlendirilmelidir.
-Çocuklarına “dur sen yapma, ben yaparım” veya “dur sen yapamazsın, ben yapayım” diyen anneler yok mu? Yirmi yaşına geldiği halde annesinden su isteyen çocuklarından şikâyet edenlerin “nerede hata yaptım? “diye sorgulamaları gerekmez mi?
-… insan insanı etkiler, değiştirir.
-Daha iyiye, daha güzele ulaşmak için öğrenmeye, rekabete, teniden düşünmeye hep ihtiyaç vardır.
… ölüler ve deliler hiç fikir değiştirmezler.
-Yaşayan, yaşadığının farkına varan insan soru sorar.
-Dünün doğruları, bugünün şartlarında ne kadar doğru?
-Her olayla ilgili doğrular bir mi?
-Bir olay için birçok doğru olabilir mi?
-Başarılı olmanın birinci şartı şüpheciliktir. Her zaman, her doğruyu yeni baştan sorgulamak gerekir. Ancak, genellikle, insanların kendi önyargılarını sorgulamada zorlandıklarını ve çoğu zaman başarısız olduklarını unutmayalım…
-1980’li yıların en önemli düşünsel olayı… Önyargılarımızı sorgulamaya başlamış ve bu yolda büyük mesafe almış olmamızdır.
-Türk insanı bugün eskisi kadar sloganlara itibar etmiyor. Düşünceleri ve olayları kendi mantık süzgecinden geçiriyor. En önemlisi slogan veya fikir yerine rakamlara önem veriyor.
-Dünün doğruları arasında bağımsızlık vardı. Zaman içinde eskimiş doğruları önyargısız tartıştık ve bugünün doğruları arasında dengeli ve eşit şartlı bağımlılığın çıkarlarımız daha uygun olduğu gerçeğine ulaştık.
-“Eğitim sistemimiz, anaokulundan itibaren birtakım sloganları ve kalıplaşmış cümleleri ezberletip, her sabah tekrarlatıp aynı tornadan çıkmış “emirleri yerine getiren” insanlar üretmeyi hedefliyor.” Bu sözlere kızmak yerine bir sabah herhangi bir ilköğretim okulunun bahçesine gitmeyi deneyelim. Minik öğrencilerin gözlerine yumarak, bağırırcasına hergün tekrarladıkları sözlerin ne kadar bilincinde olduklarını kendimize soralım! Sonra da eğitim sistemimiz ezbercilikten uzak mı? Olayları sorgulamayı öğretebiliyor muyuz? Araştırma-Geliştirme alt yapısı oluşturabiliyor muyuz” sorularını soralım.
-Yoksa; düşünen insanlar yerine robotlar toplumu mu yaratmaya çalışıyoruz?
-Karşılıklı fikir alışverişi ve uzlaşmaya dayalı bir metodoloji sokakta olmadığı gibi bürokrasimiz içinde de geliştirilmemiş…
-Bir asra doğru giden Cumhuriyet tarihimizde, özel girişimciliğin nereden yola çıkıp bugün nereye vardığını iyi görmek lazım. Çünkü yarına hazırlıklı olmak ve bugünü anlamak için, dünü iyi bilmek gerekir.
-… rakamsal bir mukayese…… 1980’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde kamunun üretimdeki payı yüzde 9’dur. Fransa’da yüzde 13’tür. 60 yıldır sosyal demokratlar tarafından yönetilen İsveç’te bu oran yüzde 4’tür. Türkiye’de ise yüzde 55’tir.
-Türkiye’de bankacılık sektöründe devletin payı yüzde 70’tir. İsveç’te bu oran 0’dır. İsveç’te bütün bankalar özel sektöründür. Sadece Merkez Bankası, Riksbanken, özerk olarak para arzını dengeler.
-Başka şirketlerin çok yetenekli, iyi yetişmiş üst düzey yöneticilerinde hiç gözümüz olmadı. ….. inandığımız bir şey var: Muhakkak ki dışarıdan üst düzey yönetici olarak gelen kişiyi bünyenin kabullenmesi zordur. Etrafındakiler onu yaşatmamak için ellerinden geleni yaparlar.
-İnsan kendinden olmayana, o ortamda yetişmemiş olana direnç gösteriyor. Her yerde üst düzey ve bazı özel haklarla getirilen bir insan patronun kızı veya oğlu olsa bile onu orada yaşatmıyorlar.
-… Türk bankaları gaddar oluyorlar. Hiç müşterinin derdiyle ilgilenmiyorlar. … Müşteriyi sadece kredi verilip daha sonra sağılacak bir inek gibi görüyorlar.
-Akıllı insanlar, akıllı şirketler aynı hatayı iki kez yapmazlar.
-Akılsız insanlar, akılsız şirketler ise hatada ısrar ederler..
-Pek az insan öğrenmeye açıktır, çoğu ezberler. Ezberle ise bütün zamanlar için geçerli değildir. Ezberi çok olanın yeniden öğrenmesi ve yeni şeyler öğrenmesi pek kolay olmaz …
-… 90’lı yıllara kadar etrafımızda herkes düşmandı. Rusya, Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, Irak, İran, Ermenistan, öyle … Peki, etrafımız hep düşman. Ama belki de düşmanı isteyen biziz … Düşünün bir an için …
-… “Türkiye’nin kendine özgü şartları var, bu kadar çok özgürlük bize yaramaz” … Bu zihniyet bizi düşmanla yaşamaya mecbur etti. Toplum sonra anladı ki asıl düşman içimizde imiş …
-Ben, devletin hantallıktan pas tutmuş yanına bakıp da ceberut dediğimde kızıyorlar. İşe yaramayan, kendi insanının hayatını zorlaştıran kişi ve kurumlar için sizin pozitif bir cümleniz var mı?
-Var mı?
-Bazı insanlar devleti ele geçirip onu bir baskı aracı olarak kullanıyorsa, bunlara biz de bürokrat diyorsak ve devlet o emin olmayan kişilerin elinde vatandaşlarına zulmeden bir canavara dönüşüyorsa başka ne diyebilirim ki …
-Bürokrat çoğu zaman kendi ideolojisi, kendi menfaatleri için devleti istediği gibi kullanır.
-… Dünden kalan yönetim felsefesi ile yönetiliyoruz.
-1920’lerin şartlarından çıkamamış, dolayısıyla, baskıcı ve korku verici atmosferini canlı tutma üzerine dayandırıyor Ankara’daki politikasını.
-2013’e girerken bile Ankara’nın işine gelmiyor bunu görmek.
-Son on yılda önemli adımlar atıldı, çok şey yapıldı ama o hız gittikçe ivme kaybetti.
-Menderes’i asanlar İnönü’den güç aldılar
-İsmet Paşa……uzun yaşadı ama Türkiye’nin iyiliğine katkıda bulunmadı. Aksine Türkiye’nin içine kapanması, daha faşist zihniyet geliştirmesine katkısı olan bir insandır.
-Menderes’in asılmasının gerisindeki kuvvet İnönü zihniyetidir.
-Şikâyet etmek işe yaramıyor. Otorite seni istemeyince senden sakınanlar çok oluyor. Mecburen hesabını yapıyorsun, kaybettiğine razı oluyorsun, uğradığın haksızlığın üzerine gitsen belki daha büyük olacak zararın.
-Anladım ki Türkiye’nin sistemi öyle ki, kim gelirse gelsin devleti yöneten hep aynı kudret. Derin devlet diyorlar. Askeri vesayet diyorlar …
-Özal çok direndi, muktedir olmaya çalıştı ama ekibi yoktu, yalnız kaldı ve belki de öldürüldü…
-Süleyman Demirel; onu hiçbir zaman güvenilir adam olarak görmedim. Daima gününe göre şerbet veren …. Bir adam …. “Dün dündür, bugün bugündür” sözü … ilkesizlik olarak geldi. … benden ilke, tutarlılık bekleme diyor. … Yanına aldığı adamlara bakıyorum da neredeyse mafya grubu ortaya çıkardı.
-12 Eylül’ü biliyoruz, 28 Şubat’ı biliyoruz, daha sonraki darbe teşebbüslerini biliyoruz. Aslında Türkiye’de asker sadece kendi düşünerek bu işleri yapamaz, iş dünyasının bir kısmı ve başka güçler de devreye giriyorlar. Darbelerin bir lobi desteği var, bir iş adamı desteği var, bir medya desteği var …
-Problemlerin içinden gelen insanda iki refleks gelişiyor; birincisi, sen problem olan her şeye karşı duyarlı hale geliyorsun. İkincisi de biraz ürkek ve biraz da tedbirli gidiyorsun.
-… insan doğası güce karşı kayıtsız kalamaz, ya karşısında durur ya da yanında..
-Voltaire’le birlikte ve aynı yıllarda, bir başka Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau’nun eserleri, ölümünün hemen ardından, 1789 Fransız İhtilali’ne ilham kaynağı oldu.
-“İnsanlar hür doğarlar ve hür yaşarlar” prensibini geliştiren Rousseau, devlet yönetimini elinde tutan kuvvetin sınırlanmasının ve denetim altında tutulmasının gereğini savundu.
-Fransız İhtilali, Avrupa’nın toplumsal hayatında en önemli olayların başında gelir.
-1789 yılından sonra, yöneten kuvvetin mutlak ve sınırsız hâkimiyetinin sorgulandığını ve kısıtlandığını görüyoruz.
-… güç her zaman tehlikelidir … kimse elindeki gücü bırakmak istemez, aksine gücüne güç katmak ister.
-Türkiye’de problemler var, ama en büyük problem insanlar hak aramayı bilmiyorlar, hakları için mücadele etmiyorlar.
-Utanç yılları; daha kuruluşundan beri devleti eline geçirmiş olan kudret, toplumu gütme, ve toplum üzerinde baskı uygulama hakkına sahip olduğuna inandı. İsimler, aktörler değişse de bu zihniyet hep sürdü.
-Arada bir istenmeden gelenler olsa da er ya da geç bir şekilde ifna edildiler.Ya bir darbeyle 1960’ta olduğu gibi indirildikten sonra idam ediliyor ya da Turgut Özal gibi bir şekilde ….
-Bu arada devlet denilen aygıt hiçbir zaman çizgisinden sapmıyor; hep baskıcı, hep despot ve hep toplumu kontrol altında tutma arzusunda.
-Mehmet Ağar’ın cevabını hatırlayalım: “Aman,” dedi Mehmet Ağar, “ben o tuğlayı çekersem duvar olduğu gibi çöker, onun arkasını görürüsünüz.”
-O duvar, derin devlet içine yer etmiş çetenin ya da çetelerin az veya çok birbirlerini kollayarak bu büyük rakamları kendi aralarında pay ettikleri bir sistem.
-Aynı çete Özal’ı da kuşatmıştı. Özal suikasta uğradı, suikastın arkasındakileri öğrendi ama baş edemeyeceğini gördü, devletin çökeceği endişesi ile üstüne gitmedi. Yani devlet orada da duvarın altında kalabilirdi.
-İstanbul sermayesinin 28 Şubat’a destek verdiğini artık herkes biliyor.
-Bir gün düşman olacakmış gibi dostlara mesafeli ve bir gün dost olacakmış gibi düşmanına karşı hoş görülü olmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder