Midilli Adası’ndan başlayan roman; Akdeniz’in doğu ve batı ucunda yer alan iki büyük güç arasında geçen tarihi olayları anlatıyor. Romana ismini veren ”Efsane-Barboros Hayreddin Paşa”nın Andrea Doria ile karşılaşmaları, Yazıköy’den korsanların kaçırdığı Billure (Beatrix) ile Saint Alcala arasındaki aşk ve o dönemin hayat tarzı sayfalar boyunca yaşatılıyor.
Kitapta kullanılan denizcilik terimleri o kadar fazla ki; son bölümde yer alan “Gemici Dili” sözlüğünde bile bulunmayan kelimeler bazı bölümlerin anlaşılmasını
güçleştiriyor.
Topraklarını Batıya doğru genişleten Osmanlı’nın; gerek Rumeli’de gerekse Akdeniz’deki başarıları, dağılan Endülüs medeniyeti üzerinde inşa edilen İspanya Krallığını ve Vatikan’ın Avrupa’daki etkilerini görüyoruz. Günümüz Avrupa’sındaki ülkelerin geçmişteki ilişkileri ile akrabalık bağlarını bir kez daha hatırlıyoruz.
Oruç Reis-Nasreddin(dinin yardımcısı), Hızır Reis-Hayreddin(dinin hayırlı evladı), Beatrix-Billure ve iki Yusuflar, Conradina, Camayme Hatun, Endülüs’ün hüzün çiçeği Aladule ve Papa Taxa Camarae’nın yaşamları, endülüjans kavramı, Kutsal Roma Cermen İmparatoru Kral Carlos’un Mohaç’ta Sultan Süleyman’a yenilmesi ve sonrasında Endülüs Müslümanlarının başlarına gelenler okuyucular üzerinde izler bırakıyor.
Savaş sırasında Gümüş Irmağında boğulan Macar Kralı Layoş’un cesedinin Osmanlı Ordusu tarafından nehirden çıkarılması ve Belgrad’ta toprağa verilmesi, bu olay sonrasında Avrupalılar’ın Sultan Süleyman’ı “Grand Seigneur” unvanı ile anmaları anlatılıyor.
Romanın sonlarına doğru; önceki dönemlerde Selâhaddin Eyyübi için başlatılan ve Kudüs’ü hedef alan Haçlı Seferlerinin bu sefer Akdeniz’de Barboros ‘a karşı düzenlendiğini görüyoruz. Andrea Doria komutasındaki Venedikliler, İspanyollar, İtalyanlar, Portugal ve Cenevizlilerin oluşturduğu Papalık Donanması ile Barboros Hayreddin Paşa arasındaki rekabeti adım adım izliyoruz. İki donanmanın Preveze’deki son karşılaşmalarında ortaya çıkan manevi hava ve Akdeniz’in Osmanlı hâkimiyetine geçmesini o günün şartlarıyla yaşıyoruz.
Okumayı tamamladığımızda eskinin “Deve Meydanı”ın nasıl “Beşiktaş” adını aldığını, biri birinden farklı üç altın heykelin sırrını ve Barbaros Hayretin Paşanın geride bıraktıklarını hüzünle hafızamıza yerleştiriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder