Psikiyatri Uzmanı Onur Okan Demirci insanın hakaret etme eyleminin altında yatan sebepleri anlattı. Demirci, “Kişi haksız olduğunu kabullenemediği durumlarda hakaret yolu ile bu duygusunu bastırmaya çalışabilir. Haksızlığı ile yüzleşeceği korkusu ile durumu örtmeye çalışarak hakaret yoluna başvurabilir” dedi.
Son zamanlarda artan öfke ve hakaret olayları kişilerin bu eylemleri gerçekleştirmesinin altında yatan psikolojik sebepleri merak konusu yaptı. Psikiyatri Uzmanı Onur Okan Demirci bu durumun nedeninin derin psikolojik etkiler nedeniyle ortaya çıktığını söyledi.
“Bunun en önemli nedenleri arasında kişinin kendisinde eksik olarak hissettiği açıklarını kapatma çabası
bulunmaktadır. Kişi kendisinde yetersizlik olarak yer edinmiş duygularını açığa vurmaktan veya fark edilmesinden endişe duyarak hakaret etme yoluna başvurabilir” diye konuşan Dr. Onur Okan Demirci, “Kişi haksız olduğunu kabullenemediği durumlarda hakaret yolu ile bu duygusunu bastırmaya çalışabilir. Haksızlığı ile yüzleşeceği korkusu ile durumu örtmeye çalışarak hakaret yoluna başvurabilir. Söylenen bir yalanın ortaya çıkma endişesi ile kişi öfke kontrol sorunu yaşayarak karşısındakine hakaret etme yolu ile durumu geçiştirmeye ve baskın hale gelme çabası içine girebilir” ifadelerini kullandı.Psikiyatri Uzmanı Demirci sözlerine şöyle devam etti:
“Hakaret eden kişi genellikle bunu yapacağı kişiyi seçerken kendisinden fiziksel ya da duygusal olarak daha zayıf veya statü olarak daha aşağıda birini seçer. Çünkü kendisinden daha zayıf olarak gördüğü karakterin karşı koyamayacağını düşündüğü için böylece kendi içinde yaşadığı yetersizlik hislerinin açığa çıkmayacağından emin olur ve kendini daha güçlü hisseder. İşte doğada güçlü olanın zayıf olanı ezme psikolojisinin altında yatan en basit, temel neden budur. Kişi kendisini ne kadar yüksekte görürse oradan düşmesi o kadar can yakacağından düşmemek için her türlü yola başvuracaktır. Psikolojide narsizm olarak adlandırılabilecek bu durumun asıl sorumlusu aslında hakaret eden kişi olmayabilir. Toplum, aile, sosyal çevre kişinin bu narsizmin beslenmesinde büyük rol oynar. Beklentiler büyüdükçe kişi bu beklentileri karşılayabilmek adına kendisini şişirecektir. Tıpkı bir balon gibi. Fakat bir balon ne kadar fazla şişerse patladığında da o kadar fazla ses çıkarır. Her insanın yaşamda kendisine bir rol bulabilmesi için bir miktar narsizme ihtiyacı vardır. Yeterli dozda narsizm kişiyi ve çevresindekileri iyi hissettirir fakat aşırı dozda olduğunda ise çevresinde oldukça rahatsızlık hisleri uyandıracaktır. Ormanlar kralı/kraliçesi olan narsist aslan kendisini ve ortamını korumak için öyle güçlü kükrer ki kim varsa etrafında kaçacak delik arar. Bir korku imparatorluğuna dönüşen dünyasında ise bir o kadar da yalnız kalmıştır.”
*https://www.cnnturk.com/saglik/hakaret-etmenin-altinda-yatan-sebepler
Karının Hakları
.....
Karının
Hakları 1. Mehir: Evlenme sırasında erkeğin kadına ödediği veya ödeme
yükümlülüğü altına girdiği para veya mal demektir ve kadının hakkıdır. 2.
Nafaka: Kişinin, bakmakla yükümlü olduğu kimselerin yiyecek, giyecek ve mesken
giderlerini karşılaması demektir. Nikâh işlemi tamamlanınca, kadının nafakası
yani yiyecek, giyecek ve konutu normal ölçüler içinde kocaya aittir. Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
Koca üzerine borç olan eşinin nafakası, sosyal
durumlarına uygun olmalıdır. Ayrıca zengin olan kocanın karısına bir hizmetçi
tutarak ev işlerini gördürmesi de kadının hakkıdır.
431 2. Kocanın Hakları .
Kocanın
hakları ve kadının da görevleri şunlardır: 1. Kocasına saygılı olmak, onun meşru
isteklerini yapmak, ailenin huzur ve düzenini bozacak davranışlardan sakınmak.
2. Kocasına sevgi ile bağlanmak ve kadınlık görevini yerine getirmek. 3.
Ailenin namus ve şerefini korumak, kocasının evini ve malını muhafaza etmek,
harcamalarını normal ölçülerde yapmak ve israftan sakınmak. Karı
koca karşılıklı hak ve görevlerine riayet ettikleri takdirde hem kendileri
mutlu olur, hem de böyle mutlu bir yuvada yetişecek çocuklar, anneye babaya ve
topluma saygılı olur.
Yıllarca sürecek bu beraberlik hep uyum içerisinde
geçmeyebilir. Bazen birbirlerine karşı kusurları olabilir. Çünkü hatasız ve
kusursuz insan olmaz. Ama önemli olan iyi niyet ve anlayış göstererek huzurun
devamını sağlamaktır.
“Kadınlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız
(biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış
olabilirsiniz.”95 Eşler, birbirlerinin kusurlarına sabretmeli, basit meseleleri
büyüterek rahatsızlığa yol açmamalıdırlar. Eşlerin çabalarına rağmen aile
huzuru sağlanamaz ve yuvanın yıkılma tehlikesi baş gösterirse yapılacak iş hakemlere başvurmaktır.
“Eğer karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız,
erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar
barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen,
her şeyden haberdar olandır.”96 Hakemlerin iyi niyetli çabaları sonuç vermezse
son çare boşanma ve ayrılmadır. Boşanma meşru olmakla birlikte Cenab-ı Hakk’ın sevmediği bir
helaldir. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Meşru mazeret olmaksızın, kocasından, kendisini boşamasını isteyen kadına
cennet kokusu haramdır.”98
·
https://diniyayinlar.diyanet.gov.tr/Documents/islam%20ilmihali%2017%20X%2024%20.pdf
III. EVLİLİK
BİRLİĞİNİN SONA ERMESİ ....... 223
B) Boşama
.....................................................................................................................
224 a) Boşamanın Şartları
................................................................................................
225 1. Kocaya Ait Şartlar
.............................................................................................
225 2. Kadına Ait Şartlar
.............................................................................................
227 b) Boşama Sözleri
......................................................................................................
227 c) Boşama Çeşitleri.....................................................................................................
229 1. Ric‘î Talâk
........................................................................................................
229 2. Bâin Talâk ........................................................................................................
230 3. Sünnî Talâk
......................................................................................................
231 4. Bid‘î Talâk ........................................................................................................
231 d) Şartlı Boşama ...................
C) Karşılıklı Rızâ ile Boşanma
..........................................................................................
232 D) Mahkeme Kararı ile Boşanma
.....................................................................................
233 a) Kazâî Boşanma Sebepleri
.......................................................................................
233 X İLMİHAL 1. Hastalık ve Kusur
.............................................................................................
233 2. Kocanın Nafakayı Temin Etmemesi
................................................................... 234 3. Terk
ve Gaiplik .................................................................................................
235 4. Fena Muamele ve
Geçimsizlik............................................................................
236 b) Liân ......................................................................................................................
237 c) Îlâ
.........................................................................................................................
237 E) Değerlendirme
B) Boşama İslâm hukukunda talâk kelimesi hem tek taraflı
irade beyanıyla yapılan boşamayı, hem tarafların anlaşarak evlilik birliğine
son vermelerini hem de mahkeme kararıyla meydana gelen boşanmayı içerir.
… ..
a) Boşamanın
Şartları 1. Kocaya Ait Şartlar
a) Tek taraflı irade beyanı ile boşama esas itibariyle kocanın hakkıdır. Bu
itibarla boşayan kimsenin koca olması gerekir. Koca bu hakkı bizzat
kullanabileceği gibi diğer hukukî işlemlerde olduğu gibi vekili aracılığıyla da
kullanabilir.
… ..
2. Kadına Ait
Şartlar Boşanan kadının boşayan kocanın eşi olması gerekmektedir
… ..
b) Boşama Sözleri
İslâm hukukunun klasik doktrinine göre boşama için kullanılan sözler iki türlü
olabilir. Bunlardan birisi boşanmadan başka bir anlama gelmesi mümkün olmayan,
örfen özellikle boşanma için kullanılan sözlerdir. “Seni boşadım, boşsun” gibi.
Bunlara sarih/açık sözler denir.
… … Kocanın bir evlilik içinde sahip olduğu boşama hakkı
üçtür. İlk ikisinde koca dilerse belirli şartlarla boşamış olduğu eşine geri
dönebilir. Bu geri dönüş bâin talâkta yeni bir nikâhla olur, ric‘î talâkta yeni
bir nikâha gerek de yoktur. Üçüncü boşama hakkını da kullanan koca istese bile
ne yeni bir nikâhla ne de nikâhsız eski eşine geri dönebilir. Bu tür bir
ayrılığa büyük ayrılık (beynûnet-i kübrâ) denir. Bu şekilde kesin olarak
ayrılmış eşlerin tekrar bir evlilikte birleşebilmeleri için kadının bir
başkasıyla hileli olmayan bir evlilik yapması ve bu evliliğin de zifaf ile
fiilen başlaması gerekmektedir
… …
Burada önemli bir problem kocanın üç boşama hakkını da
aynı anda veya aynı ay içinde kullanması durumunda karşımıza çıkmaktadır
… ..
c) Boşama Çeşitleri İslâm hukuk doktrininde boşama
dönülebilir olup olmamasına göre ric‘î ve bâin, sünnete uygun olup olmayışına
göre de Sünnî ve bid‘î boşama adlarını alır ve her biri farklı hukukî
değerlendirmelere konu olur.
1. Ric‘î Talâk
Kocaya
yeni bir nikâha ihtiyaç olmadan boşadığı karısına dönme imkânı veren boşama
türüne dönülebilir boşama anlamında “ric‘î talâk” denir. Bir ric‘î
talâktan bahsedebilmek için evliliğin zifafla fiilen başlamış bulunması ve
Hanefîler’e göre boşamanın sarih sözlerle ve şiddet ve mübalağa ifade etmeyen
bir tarzda yapılmış olması gerekmektedir. Ayrıca bu boşamanın üçüncü boşama
olmaması da şarttır. Bu
durumda koca, iddet süresi içerisinde dilerse eşine geri dönebilir.
Bunun için yeni bir nikâh yapmaya, yeni bir mehir ödemeye gerek yoktur. Esasen
bu özelliğinden dolayı bu boşama türüne ric‘î talâk denmiştir. Dönme kocanın açık bir beyanla
karısına geri döndüğünü söylemesiyle olabileceği gibi, evlilik yaşamına fiilen
geri dönmesiyle de olabilir. Bu özelliği dolayısıyla ric‘î talâkta eşler derhal
birbirlerinden ayrılmak zorunda değildirler. Dönmenin şahitlerle tesbit
edilmesi İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in bir görüşüne, İbn Hazm’a ve bazı Şiî
hukukçulara göre şarttır. Diğer mezhepler bunu şart olarak kabul etmezler,
müstehap sayarlar.
Ric‘i
talâkta evlilik iddet süresince de devam ediyor kabul edilir. Bu sebeple dönüş
hakkının da bu süre içinde kullanılması gerekir. Bu süre dönüş yapılmadan
geçirilirse iddetin bitimiyle ric‘î talâk bâin talâka dönüşür. Dolayısıyla geri
dönmek için artık bâin talâkta aranan şartlar geçerli olur.
2. Bâin Talâk Kocaya boşadığı eşine ancak yeni bir
nikâhla dönme imkânı veren boşanma şeklidir. Bu boşama kocanın eşini üçüncü
boşaması ise yeni bir nikâh da tarafların bir araya gelmesi için yeterli
değildir; aralarında büyük ayrılık denilen beynûnet-i kübrâ meydana gelmiştir.
Kadının daha önce belirtildiği üzere bir başkasıyla geçerli bir evlilik
yapmadan ilk eşine dönmesi mümkün değildir.
* https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/5255
Bakara Suresi - 226
“Bir erkeğin
eşiyle bir süre cinsel ilişkide bulunmamak üzere yemin etmesi”ne îlâ denir.
İslâm’dan önce îlâ, kadınları baskı altında tutmak, zulmetmek ve onlardan
haksız menfaatler sağlamak üzere yaygın olarak uygulanırdı. Az da olsa eşlerini
eğitmek, bazı kötü davranışlarını düzeltmek üzere îlâ yapanlar da bulunurdu.
Kötü maksatla bu yemin âdetinden yararlananlar eşlerini yıllarca nikâh altında
tuttukları halde onlarla yatmazlar, cinsel ilişkide bulunmazlardı. Kadınların
bu tutsaklıktan kendi istekleriyle kurtulma imkânları yoktu. İslâm kadına zarar
verme kastıyla yapılan îlâyı yasakladı, iyi niyete dayanan îlâyı ise dört ayla
sınırladı. Dört ay içinde
normal aile ilişkilerine dönüldüğü takdirde evlilik hayatı devam eder.
Kefâretin gerekli olup olmaması hükmü ise ictihad ihtilâfına konu olmuştur,
çoğunluğa göre iyi niyetle yemini bozmuş olduğundan kefâret gerekir. Dört ayın dolması halinde
İmam Mâlik ve Şâfiî’ye göre kadın hâkime başvurur ve hâkim kocasına “Ya boşa
veya evlilik hayatına dön” der. Koca bunlardan birine yanaşmazsa hâkim re’sen boşar. Hanefîler’e göre dört ayın
dolmasıyla kadın kesin (bâin) olarak kocasından boşanmış sayılır. Dört
aydan az olmak üzere karısına yaklaşmamaya yemin eden kimse bu müddet içinde
yeminini bozmazsa bir şey gerekmez, bozar da temasta bulunursa kefâret gerekir.
Bir yönüyle günümüzde hâkim tarafından verilen “ayrılık kararı”na benzeyen
îlâyı Hz. Peygamber de bazı sebeplerle uygulamıştır (Buhârî, “Nikâh”, 91-92).
Nisâ Suresi - 34 .
Burada yalnızca kocaların değil, bütün
erkeklerin koruyucu ve yönetici (kavvâmûn) olmaları iki gerekçeye
dayandırılmıştır: a) Allah insanların bir kısmına diğerlerinden üstün
kabiliyetler vermiştir, bu cümleden olarak koruma ve yönetme bakımından
erkekler, kadınlardan daha uygun özelliklerle donatılmışlardır. b) Erkekler
aile geçimini ve diğer malî yükümlülükleri üstlenmişlerdir. Bazı müfessirlere
göre bu iki gerekçeden birincisi insan tabiatının değişmez özelliğidir; genel
olarak erkeklerde akıl ve mantık ön plandadır, kadınlarda ise duygu öne çıkar.
Koruma bakımından fizikî güç önemlidir ve erkekler bu yönden daha güçlüdürler.
İkinci gerekçe ise yaratılıştan değil, kültür ve medeniyet şartlarına bağlı
alışkanlıklar, âdetler, tutumlardan kaynaklanmaktadır. İslâm’ın geldiği çağda
daha yoğun, günümüzde ise önemli ölçüde olmak üzere erkeklerin bu fonksiyonları
da devam etmektedir. İslâm hukuk kurallarına göre erkek hem –geniş mânada–
ailenin geçiminden tek başına sorumludur, hem de mehir, diyet, cihad gibi malî
tarafı olan yükümlülükleri vardır. Erkeğin “kavvâm” olması
hangi yetkileri ve vazifeleri ihtiva etmektedir? Bu soruya verilen cevaplar
eskiden yeniye değişik olabilmiştir. Yalnızca âyet ve hadislerin lafızlarını
değil, bunların yanında uygulamayı ve dolayısıyla örf ve âdeti de göz önüne
alan müctehid ve müfessirler, sözlük mânası “bir şeyin üzerinde duran, hâkim
olan, özen gösteren, onunla yakından ilgilenen” demek olan kavvâmlığa,
“reislik, yöneticilik, eğitim, koruma, savunma, ıslah, kazanma, üretme”
mânalarını yüklemişlerdir. Tarih boyunca erkekler bu işleri ve sıfatları,
fiilen kadınlardan daha ziyade yüklenmişlerdir. Çağımızda kelimeye yüklenen
hâkim mâna ise “aile reisliği”dir. Âyetten erkeklerin yönetim, savunma ve
koruma bakımlarından genel olarak önde oldukları anlaşılmakla beraber, takip
eden cümleler gözönüne alındığında burada, aile kurumunda hâkimiyet ve
yöneticilik mânasının ağır bastığı görülecektir. Ailede kurucu unsur karı-kocadır. Bu temel kurumu
oluşturan, yöneten, yönlendiren dinî, ahlâkî, hukukî kurallar vardır. Kurallara
uyulduğu müddetçe mesele yoktur. Taraflar kuralları bozar, hakları çiğnerse
düzeni sağlamak ve adaleti gerçekleştirmek üzere çeşitli tedbir ve müeyyideler
devreye girecektir. Bu âyette kadının, 128. âyette ise kocanın hukuku çiğnemesi
ve düzene baş kaldırması (nüşûz) ele alınmıştır. Aile hayatı içinde kadın,
kurallara göre rolünü ifa edip etmemesi yönünden iki sıfatla
nitelendirilmiştir: Sâliha ve nâşize. Sâliha kadınlar hem kocalarının
ve diğer aile fertlerinin yanında (açıkta, zâhirde) hem de onların
bulunmadıkları yerlerde (gayb) vazifelerini hakkıyla yerine getirir; Allah’ın
koyduğu, toplumun benimsediği kuralların dışına çıkmaz, aileye ihanet etmez,
şerefine leke sürmezler. Bazı davranış ve tavırları sebebiyle yoldan çıkma,
hukuka baş kaldırma (nüşûz) belirtileri gösteren, böylece nâşize olması
ihtimali beliren kadınlara karşı ne yapılacak, aile düzeni ve hukuku
nasıl korunacaktır? Bu noktada Kur’ân-ı Kerîm
vazifeyi ailenin reisi sıfatıyla önce kocaya vermektedir. Öngörülen tedbirlere
başvurmasına rağmen koca düzeni sağlayamazsa ve ailenin dağılmasından
korkulursa sıra hakemlere gelecektir. Âyette hukuka baş kaldıran, meşrû aile
düzenini bozmaya kalkışan (nâşize) kadına karşı erkeğin yapabileceği şeyler
öğüt vermek, yatakta yalnız bırakmak ve dövmek şeklinde sıralanmıştır. Öğüt
vermek ve yatakta yalnız bırakmak, küsmek gibi tedbirler problem teşkil
etmemiştir, ancak dövme tedbiri özellikle çağımızda, kadın hakları ve
insanlık haysiyeti yönlerinden önemli bir tartışma konusu olmuştur. Esasen
tefsir ve hadis kitaplarına bakıldığında kadının baş kaldırma durumunda bile
kocası tarafından dövülmesini, eski tefsirciler arasında da farklı
yorumlayanların, bunun câiz olmadığını ileri sürenlerin bulunduğu aşağıdaki
alıntılarda
Kasım 2021’de F..... ile yaptığım son iki görüşme ve devamında Aralık 2021 tarihinde İstanbul’da başbaşa yaptığımız konuşma sonrasında evden ayrılmıştım. Bunu yaparken de ifade ettiğim üzere; “Evveliyatı da dahil olmak üzere, son yılların yıpratıcılığının sürdürülebilir olmadığını ve pes ettiğimi ve maruz kaldığım pasif şiddeti tekrar yaşama gücümün kalmadığını …” da ifade etmiştim.
E......’e döndüğüm gün ya da bir sonraki gün senden gelen whatsapp mesaja (6 Aralık 2021) verdiğim cevapta özetle:
-“İkna edici bir açıklama görmem halinde tabii ki olumlu cevap verebilirim…..” demiş ve hemen arkasından yazdıkların için de; “Anlattıklarına inanmak durumundayım. Beyan esastır. Sui-zan bana göre değil. Niyet okuyamam. Maruz kaldıklarıma Hüsn-ü zan ile yaklaşmayı tercih ederim. ….” cevabını vermiştim. Sonuç olarak yeni bir “Beyaz Sayfa” açmış ve seni almak üzere İstanbul’a geri dönmüştüm.
Aradan geçen bir yılı aşan süre içinde; bana yazılı olarak verilen sözlere itimat etmekle yanıldığımı anlıyorum.
Psikolog F...... Hanım ile yaptığım son on-line görüşme ve bu görüşme öncesinde kendisine ilettiğim (seninle de paylaştığım ev ödevi) yazılı metinleri ve yukarıda sözününü ettiğim karşılıklı whatsupp mesajlarımızı tekrar okuduğumda;
İhtiyaç duyuldukça kullanılan, işi bitince kenara bırakılan “toz bezi” ya da “çantada keklik” muamelesi görmenin ortaya çıkardığı rahatsızlıkların devam etmesi, giderek daha da yıpratıcı hele geldi….
Benzer durum, önceki süreçlerde de aynen yaşandığından, aynı konuşmaları tekrar dile getirmenin yararı olmadığını düşünüyorum…
Yabancılar (Halise, Fatma Bayram, Hayriye Hanım vb., ) için bile gösterilen duyarlılığın, başkalarına verilen değerin en yakınındaki “eş”den esirgenmesinin; hatta konuşmamız devam ederken göz temasının kesilerek ve de sırt dönülerek televizyon seyredilmesinin yaratacağı travmayı (sevgi-saygı dengesinin geldiği seviyeyi); tarif etme ihtiyacı bile duymuyorum artık.
Herşeye rağmen bir husumetim yok.
Diğer taraftan, karı-koca sıfatlarımızın gerektirdiği hak ve sorumlulukların; hayatımızı etkileyen varlığını da inkâr edemeyiz.
“Ahde vefa”, zafiyet olarak suistimal edilmemeli ….
Ruh ve beden sağlığına zarar verecek boyutlara gelen “gözden çıkarılmışlık” duygusu …..
Samimiyetten uzak “miş gibi” davranmanın ne kadar sürdürülebilir olduğunu soruyorum…..
Çözüm anlamında, yüzü aşan profesyonel destek seansları dahil, tek taraflı olarak sarf etmeye çalıştığım yıllar alan gayretlerimin sonunda “Yapacak ne kaldı?” sorusunu soruyorum.
İkinci defa tercih kullanmak durumunda bırakılıyorum….
Daha sakin bir ortamda hayatımı sorgulamak için tekrar E......’e dönüyorum. (24 Şubat 2022)
Hasta ziyareti sırasında, uzunca süre dışarıda bekletilmek ve artık lobide beklerken yabacı biri ile haber gönderilmesi ile verilen mesajın anlamını da çok açık...
YanıtlaSil"Beni böyle kabul et"; anlamını biliyorum...
YanıtlaSilSen benim gibisini nerden bulacaktın? Ben o kadar iyiyim ki, söylediklerin paranoya…. Zaten “paranoyak” ifadesinin açıktan söylemesi de, bütün bu düşünceler zincirin halkalarını tamamlıyor.
YanıtlaSilBir kişinin, ben çok iyiyim anlamında söylediklerinin değerini nasıl ölçeceğiz……
SilBirileri de geçmişte kendi maruz kaldığı ya da şikâyet ettiği bütün olumsuzluklardan sonra gücü eline geçirdikten sonra giderek artan bir şekilde “iyi olduğunu düşündüklerini; ‘ben yaptım’ veya ‘ben çok başarılıyım’ , ‘ben, ben, ben…” diye başlayan sözleri ile açıklarken, ortaya çıkan olumsuzlukları, hatta kendi eksiklikleri, kişisel ikbal düşüncelerinden kaynaklanan olumsuzlukları “kader” diyerek mistik kavramlara gönderme yapması örneğinde olduğu üzere: “ben çok iyiyim” anlamına gelen açıklamalarını şaşırtıcı bulmamak mümkün mü? Bu durumda, kişiye, “Bırak da iyilikleri başkaları takdir etsin!” demezler mi?
SilYevgeni Zamyatin, "Biz" kitabında; Alçak gönüllülük bir erdemdir ve kibir kötülük; “Biz” Tanrı’dan ve “Ben” şeytandan.... diyor
YanıtlaSil"Biz" den çok "ben" diyen hakkında yorum yapmaya gerek var mı?
SilAlçak gönüllülük bir erdemdir ve kibir kötülük; “Biz” Tanrı’dan ve “Ben” şeytandan.
SilAlıntı: Bakma daha ilkel durduğuna sen,…ruhu vardır kelimelerin.
YanıtlaSilKarı-koca eşten daha çok şey anlatır.
Hatta belki bize unutulmuş bir şeyi söyler.
Sahi, biliyormusun?
Neden erkeğe koca kadına da onun karı demiş eskiler? i
Eşim değil, karım ol!
Kedilerin eşi olur terliklerinde.
İnsanın eşi olmaz.
Bir ömür eşlik ediyor diye mi sevgiliye eş denir?
Eşlik etmek yeter mi? Fazlasını beklemez mi insan yârinden?
Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, evlenecek erkeğe eskilerin neden koca dediklerini.
Çünkü koca bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir.
Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir.
Dağların yücesine kar yağar diye kadına da Kocanın karı demişler.
Bakma şimdi evlenenlerin karı-koca ilan edildiğine.
Koca ve onun karı olmalarıdır aslında.
Yani yüce bir dağ olmalı adam.
Kar gibi pak ve masum olmalı kadın.
Örtmeli ve bir ömür süsü olmalı dağın.
Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür. Eşim olma karım ol!
Bana benzemeye çalışma sakın.
Bana benden lazım değil bir tane daha.
Ama unutma ki sensiz yarımım.
Her zaman söylemem, ama sen anla.
Eşim olma karım ol! Beni tamamla….
Alıntı: Evlilik cinsellik için oluşturulan bir kurumdur arkadaş.
YanıtlaSilTüm inanışlarda tüm kültürlerde iki insan eğer cinsellik yaşamayacaksa birlikte olmaları için nikah şartı yoktur. Eğer cinsellik yaşanacaksa nikah şartı gelir. Cinsellik yaşamayacaklara arkadaş dost denir.
karı koca denmez...
https://asuyak.wordpress.com/2018/02/10/kari-koca-olmak/
YanıtlaSilhttps://tr.lepianiste-lefilm.com/husband-and-532
YanıtlaSil"Rotterdamlı Erasmus-Zaferi ve Trajedisi" kitabında Zweig diyor ki ( s.71) ; "Ben tek başıma bir şey değiştiremeyecek olduktan sonra, görünüşte bu başkalarını ve kendini aldatma, insanın yaradılışından gelen bir gerçek olduğuna göre, diye düşünür, dış dünya ile aramdaki uyumu ve ilişkileri neden bozayım? Akıllı kişi yakınmaz. Bilge kişi kendini heyecana kaptırmaz: Dikkatli bakışlarıyla ve dudaklarında aşağılayıcı bir gülümsemeyle çevresinde tozutup duran deliliğe bakar sadece ve Dante’nin “guarda e passa!” (*Bak ve geç) öğüdüne uyarak kendi ısrar ettiği yolda gider.
YanıtlaSil"
Kavga ve gürültü çıkarmak yerine sabır kavramını akıllıca fırsata çevirmek için "Her şeyin bir vakti vardır. Geleceği kimse bilemez ama sabırla anlamaya çalışmak ve bunca emekten sonra bu yaşananların da ne hikmeti var anlamaya çalışırken -müspet-menfi- gelişimini sabırla bekleyip doğru zamanda doğru adım atılması için; vaktin gelmesi beklemek.. Kim itiraz edebilir ki?
SilHerkes farklı bir şekilde tükeniyor hayatta,
YanıtlaSilKimi doğru insanı beklerken,
Kimi yanlış insana katlanırken
Ve herkes bir şeyin bedelini ödüyor
Bazen seçimlerinin
Bazen seçmediklerinin
YanıtlaSilBirinden uzak duruyorsa insan
Mutlaka bir sebebi vardır
Her zaman küslük değildir bunun adı
ya kızgınlık, ya kırgınlık
Herşeyin bir vakti var
YanıtlaSilMühim değil beklerim
elbet üzenler de üzülecek
bi söz vardı, neydi?
Gün gelecek devran dönecek
Herkes ektiğini biçecek
Hayatta her şey sırayla
YanıtlaSilÖnce gözyaşlarını silersin
sonra da buna neden olanları