Bekarlık derbederliğinden kurtulun evlilik sultanlığına sahip olun *
Cumanız mübarek olsun aziz ve sevgili ... dinleyicileri.
Allah’ın rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Size Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz’in hadisleri deryasından, inci ve mücevher misâli mübarek
sözlerinden bazılarını açıklamak istiyorum. Bir tanesi beni çok
duygulandırıyor; onunla başlayayım.
Ebû Saîd el-Hudrî hazretlerinin ve diğer râvilerin rivayet ettiğine göre
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri buyurmuşlar ki;
İnne’r-racule izâ nazara ile’mraetihî ve nazarat ileyhi nazarallâhu teâlâ
ileyhimâ nazrate rahmetin fe-izâ ehaze bi-keffihâ tesâkatat zunûbuhumâ min
hılâli esâbiahimâ.
Sadaka
Resûlullah fi mâ kâl ev kemâ kâl.
Şimdi bu hadîs-i şerîfin manasını herkes merak ediyordur.
Arapça bilenler takip edebildilerse biraz anlamışlardır ama bu hadîs-i şerîf
birçok kimseyi hayretlere düşürecektir. Hele İslâm’ı tanımayanlar, İslâm’ı
karanlık, çağdışı görenler oluyor maalesef. Allah gözlerindeki perdeleri
kaldırsın, uyandırsın, uyudukları gaflet uykusundan ve bilgisizlikten onları
kurtarsın.
Geçen gün televizyonu seyrediyordum, orada konuşmalar arasında bir söz
dikkatimi çekti, konuşmacı İslâm’a razı değil. Dine göre, hayatın dindarâne bir
şekilde Allah’ın emirlerini tutarak, yasaklarından kaçarak yaşanmasına razı
değil.
Bir söz söylüyor, diyor ki; “Özgürlüklerimizi
Peki, tam özgürlük nerede var?
Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da var mı?
İmrendiği, beğendiği, özendiği, yaşamak istediği herhangi bir ülkeyi, idealindeki ülkeyi düşünsün; Kanada’yı, Avustralya’yı düşünsün. İlk hatırına gelen neresi ise oraları düşünsün. Orada onun anladığı mânada tam her şeyi yapabilme hürriyeti, özgürlüğü var mı?
Özgürlüklerini feda edemiyor ama tam özgürlük var mı?
Tam özgürlük doğru mu?
Tam özgürlük olsa toplum hayatı olur mu?
İnsanlar biribiriyle yaşadığı zaman bu yaşamın bedeli; özgürlüklerinin bir kısmına kendisi razı olarak gerek kanun, gerek ahlâk kuralı gerek muaşeret adabı diye, özgürlüklerine kendisinin hudut, sınır koyması ve [bunların] bir kısmından vazgeçmesi demektir. Hatta medenî, -centilmen diyorlar ben onu demiyorum- kibar veya çağdaş, -onların kelimelerini kullanalım- aydın bir insan dahî mesela kendisi kapının önüne gelmiş, önceden kendisi geçecek ama yanında bir bayan belirince hemen geri çekiliyor, kapıdan geçme hakkını ona veriyor veyahut yapacağı işin önceliği kendindeyken ona veriyor, “Buyurun hanımefendi!” diyor. Bunu nezaket kaidesi olarak yapıyor. Hürriyetini, özgürlüğünü, hakkını birisine severek veriyor.
Belki asıl medenîlik, asıl çağdaşlık kendi haklarının bir kısmını etrafındaki insanların gönlü olsun, onlar sevinsinler diye; fazilet, erdem, iyilik olarak birilerine bahşetmek, belki asıl bazı özgürlüklerinden severek vazgeçmek... Toplum hayatında bu gerekli. Geceleyin özgür olarak istediğiniz kadar, avazınız çıktığı kadar bağıramazsınız; bağırırsanız komşu telefonu açar polise, bekçiye söyler: “Ya bu adam aklını mı kaçırdı? Bunu alın lütfen susturun, ben meşgul olamıyorum.” der.
Hatta, fıkra da hani telefon etmiş karakola;
“Üst katta cinayet işleniyor!” demiş.
“Kimi öldürüyorlar?’ demiş karakoldakiler.
“Beethoven’i
öldürüyorlar.” demiş.
Polis kalkmış gitmiş verilen adrese, bakmış birisi orada Beethoven’ın
parçalarını çalıyor. Güzel çalamadığı için, “Beethoven’i öldürüyor.” diye
şikâyet etmiş alt kat komşusu.
Bu bir fıkra, belki de hakikaten olmuştur belki bir fıkradır ama bir parçayı
güzel çalamazsanız çevrenizdeki rahatsız oluyor. Toplumun kurallarına
uymazsanız şikâyetçi olunuyor.
Pratik hayatın, uygulamalı hayatın içinden bir şey düşünelim. Arabaların gelişi
gidişi, trafik seyr ü sefer prensipleri, kaideleri; bunları uygulamazsanız
yolda gidemezsiniz, arabalar biribirine çarpışır. Bütün bunlardan, herkesin
bildiği bir gerçeğe ulaşıyoruz ki: Özgürlükler tam sınırsız değil. Tam olması
ideal değil, arzu edilen bir şey değil. Bir kısmının seve seve feda edilmesi
lazım; feda edilmesi medenîliğin alametidir.
Bu sözü söyleyen şahıs özgürlüklerinden vazgeçmeyecekmiş. Hem de neden
vazgeçmeyecekmiş?
Allah’a kulluk duygusuna feda edemezmiş. Allah’a güzel kulluk edeceğim diye
kendisini bir takım kuralların altına sokmayacakmış. Ne kadar düşüncesiz bir
söz!
Bizi
yaratan Allah, âlemleri yaratan, hayatımızı, nimetleri veren Allah. Her an
rahmetinin tecellileriyle bize türlü türlü nimetlerini bahşeden, daha doğrusu
bizi nimetlerine gark eden Mevlâ’ya kulluk duygusunu doğru görmüyor.
Ne olacak onun yanında?
Ona karşı, onu bırakıp da elde ettiği sonunda sınırsız bir özgürlük; öyle
düşünüyor. Halbuki öyle değil. Onun düşündüğü gibi de değil. Aslında asıl
dindarlar asıl özgürlüğe ulaşmış insanlardır.
Mesela tasavvuf büyüklerinden birisinin ismini hemen hatırlayıverdim şimdi.
İsmi Ubeydullâh-ı Ahrar.
Ahrar ne demek?
Hürler demek. Yani hür olan insanlar. Hürlerin başı tacı olan Ubeydullâh-ı
Ahrar ismini almış.
Tasavvufta insanın bütün bağlardan sıyrılıp gerçek hürriyete ulaşması önemli
bir makamdır. Bağlar deyince, bu bağların neler olduğunu, şimdiki dini, İslâm’ı
bilmeyen, batıyı, toplumu, medeniyeti bilmeyen veyahut yanlış yorumlayan
insanların anladığı şeyler değil. Mesela, “İnsan niçin kötülük yapıyor?” diye
tasavvuf bunu derin derin düşünmüş, kaynağını İslâm dini söylemiş.
Kötülüklerin kaynağı iki tane: Birisi şeytan. İnsanın dışında bir varlık ama
içine de girebiliyor, aklını çelebiyor, vesvese ve ters fikirler veriyor.
Birisi de nefsi. Yani kendisinin beni, benliği, egosu, nefsi. İnsanın kendisi
kendisine kötülük yapabiliyor diye bu erdemi yakalamış, bu gerçeği kavramış
İslâm; ve kendi kendisinin yanlış karar almaması, kendisini yanlış yollara
sürüklememesi için [önlemler almış.]
Mesela ayyaş içkiyi bırakamıyor. O kadar nasihat ediyorsunuz yine içiyor.
Neden?
Nefsini yenemiyor onun için.
E kumarbaz, kazandığı maaşı o gün götürüyor kumarda kaybediyor. Eve yine perişan
geliyor; karısı, çocukları perişan.
Niye yaptın?
Nefsini yenemedi.
Bu nefsi yenmek lazım. Bunun esaretinden, insanı sımsıkı bağlayıp istediği yere
çekip, sürükleyip götürmesinden kurtulmak lazım. Bu da bir terbiye ile oluyor.
Asıl hürriyet bu! İşte bunlar okutulmayınca, söylenmeyince, anlatılmayınca
insanlar bu güzellikleri bilmiyorlar. Onun için İslâm’ın güzelliklerini
anlamayınca İslâm’a karşı çıkıyorlar. Allah’a kulluk etmenin ne kadar büyük bir
hürriyet olduğunu [bilmiyorlar.]
İnsan Allah’a kulluk ediyor ama bütün başka şeylerin esaretinden
kurtuluyor.
Bu esaretler, o özgürlükleri bizden alan şeyler nelerdir?
Hırstır, tamahtır, mevki makam arzusudur, para pul, eğlence, zevk sefa
arzusudur; bedava geçinmek, başkasının sırtından geçinmek, sömürmek isteğidir.
Buna benzer şeyler fiilen oluyor. Bunların hepsinin yenilmesi lazım. Bunları
İslâm anlatıyor; bizim de anlatmaya çalışmamız lazım.
İşte bugün
okuyacağım hadîs-i şerîfi bu maksatla ilk hadîs-i şerîf olarak okumak ve
anlatmak istiyorum.
İslâm’da aile ilişkileri,
yani karı-koca arasındaki duygular, bağlılıklar, bu aile bağı nasıldır?
Onu gösteren bir penceredir bu. İslâm’ın aile hayatına doğru bizim
toplumumuzdan, zamanımızdan açılmış bir manzara ve gördüğümüz manzara harika
güzellikte bir manzara. Bakın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz
ne buyurmuş;
İnne’r-racule. Bir bay bir de bayan var; buradaki racul “erkek
adam” demek. İzâ nazara ile’mreatihî. “Hanımına baktığı
zaman.” Yani bunlar evli; evde efendi hanımına bakıyor. Ve nazarat
ileyhi. “Hanımı da ona bakıyor.” Birbirlerine bakışıyorlar,
birbirleriyle göz göze geliyorlar, birbirlerinin yüzüne bakıyorlar. İslâmın
güzelliğine bakın...
Nazarallâhu teâlâ ileyhimâ. “Onlar biribirlerine böyle muhabbetle, sevgiyle, eş
olarak, hayat arkadaşı olarak [birbirlerine bakınca Allah da onlara nazar
eder.]”
“Refîka-yı hayat” ne kadar güzel bir tabir. Ne kadar güzel bir terim. Hayat
yoldaşı, hayatta insana refakat eden, hayat yolculuğunda refakat eden can
yoldaşı demek. Refikam demek bu mânaya geliyor.
İslâm’da onları birbirlerine bağlayacak çok kurallar, tavsiyeler var. Mü’minin
evlenme tavsiyesi var, evlenmesinin sevap olacağı bildiriliyor; ailedeki
ilişkilerin sevap olduğu bildiriliyor; hanım bir ibadet aşkıyla evine hizmet
ediyor; bey bir ibadet aşkıyla çoluk çocuğu için çalışıyor, hizmet ediyor.
Bunların hepsi şahane güzel şeyler ve sevabı çok. Ama şuradaki manzaraya bakın;
“Adam hanımına baktığı
zaman, hanım da beyine baktığı zaman...” Bu sevgiden, muhabbetten eş olmaktan
kaynaklanan böyle bir bakış; nazarallâhu teâlâ ileyhimâ. “Allah da onlara nazar eder.”
Allah’ın nazarı... Allah her yerde her şeyi görüyor. Gecede
gündüzde her şeyi görüyor. Hatta halkımız bazı şeyleri çok güzel anlatır. Bir
çeşit şiiriyet içinde anlatırlar. “Allahu Teâlâ hazretleri kara gecede, kara
taşın üstünde, kara karıncayı görür.” derler ki ne kadar güzel, tatlı bir halk
ifadesi.
Allahu Teâlâ hazretleri
her şeyi görüyor da, “Allah da onlara nazar eder.” ne demek?
Allah da onları sever, rahmet nazarıyla nazar eder.
Onlar da biribirlerine bakar ne demek?
Adam hanımına sevgi,
rahmet, acıma, şefkat, himaye nazarı ile bakıyor. Hanımı da efendisine bu benim
hayat arkadaşım, eşim, efendim diye bakıyor. Yani sevgi bakışı, rahmet, acıma
bakışı... Allah da onlara
sevgi ile, rahmetle bakar demek. Bu bakışlar sıradan, ruhsuz cansız bir
objektifin bakıp görmesi, resimleri alması, ışıkları hassas kağıda tespit
etmesi gibi bir bakış değil. İşin içinde sevgi, duygu, aşk, muhabbet var. “Adam karısına sevgiyle,
muhabbetle baktı mı, hanım da beyine sevgiyle baktı mı Allah da onlara sevgiyle
bakar.” demek. Zaten sevgiyle baktığını ayrıca ifade ediyor;
Nazrate rahmetin. “Rahmet bakışıyla bakar.” Allahu Teâlâ hazretleri her
şeyi görüyor, her şeye bakıyor zaten de onlara sevgi ile bakar.
Neden?
Bu iki eş birbirlerini seviyor. Allah’ın kendilerini nikâhla birleştirmiş
olduğu bu iki kimse, birbirlerinin bu yakınlığını idrak etmiş durumdalar,
birbirlerine sevgileri, saygıları tam diye Allah da onlara rahmet nazarı ile
bakıyor Ne kadar güzel!.
Hiç tahmin edebilir mi bir Avrupalı, bir gayrimüslim, İslâm’ı tanımayan bir
insan? Veya bugün müslüman anneden babadan doğmuş olup da İslâm’ın
inceliklerini bilmeyen bir insan bu işi anlayabilir mi?
Bey kapıyı çalıyor içeriye
giriyor, hanımı onun yüzüne sevgi ile bakıyor, o da hanımına sevgiyle bakıyor.
Allah da onlara rahmet nazarı ile nazar ediyor. Allah’ın rahmet nazarı ile
nazar etmesi çok büyük sonuçları olan bir şey. Allah bir kimseye rahmet nazarı
ile baktı mı o insan ihyâ olur. Dünyası ahireti hayırla dolar; Allah’ın
sevgisini, kâinatı yaratan yüce Mevlâsı’nın sevgisini kazandı mı bir insan,
rahmet nazarına, teveccühüne mazhar oldu mu ihyâ olur. Çok güzel bir şey.
Bakın nasıl devam ediyor?
Peygamber Efendimiz’in dilinin tatlılığını, gönlünün ne kadar engin, güzel
olduğunu sözlerinden, mübarek hadîs-i şerîflerinden anlayın.
Fe-izâ ehaze bi-keffihâ. “Adam, koca hanımının elini eline alınca...” Demek ki elini tutar da
insan; artık o sahneleri siz gözünüzün önüne getirin, tasavvur edin. Kapıdan
girdi, birbirlerine baktılar, elini tuttu sevgiyle, eli avucunda, hanımının eli
avucunda ne olacak?
Tesâkatat zunûbuhumâ min hılâli esâbiahimâ. “Parmaklarının
aralarından günahları aşağı doğru dökülür, düşer gider.” Yani mağfiret
olunurlar, sevgi ile onun elini tuttuğu zaman parmaklar arasından günahları
dökülüp gidiyor; pırıl pırıl günahsız, tertemiz bir karı koca... Günahlarını
Allah affediyor.
Bu hadîs-i şerîf, Peygamber Efendimiz buyurmuş, İslâm’da neyi gösteriyor?
İslâm’da aile yuvasının,
aynı zamanda manevî bakımdan, uhrevî bakımdan, sevap kazanma yönünden, âhirette
kâr etmek, cennete girmek, cehennemden kurtulmak yönünden ne kadar önem
taşıdığını gösteriyor; ne kadar büyük bir sevap kaynağı olduğunu gösteriyor.
Başka bir hadîs-i şerîfi, şu arada hatırıma geldi, size nakledivereyim.
Peygamber Efendimiz yine buyurmuş ki; -Bunları çok iyi ezberlemeliyiz ve
herkese, “İslâm budur.” diye anlatmalıyız.-
“Bir çocuk annesine
babasına, etrafında dolaşıp da kendisine sevgi ile bakmasını sağlarsa; -yani
annesi babası çocuğuna sevgi ile bakacak, memnun olacak- memnun olacakları bir
bakışla bakışını bir çocuk sağlarsa; bu sağlayabilmesinden, başarısından dolayı
bir köle âzat etmiş gibi sevap kazanır.”
Ne oldu?
Babası evlâdına sevgiyle bakıverdi, çocuğun defterine yazılıyor: Bu çocuk bir
köle âzat etmiş gibi sevap kazandı.
Köle âzat etmek; bugün nasıl anlatabiliriz? Köle kaç paralık bir şeydir?
Ne kadarlık bir sevap kazanmış bu şahıs, nasıl anlatabilirim?
Bugün gidiyoruz çarşıdan pazardan, şu kadar milyon, bu kadar milyar verip
kalitesine göre bir araba satın alıyoruz. Bu bir para.
O devirde insanların çalışmasına yardımcı olacak şey olarak ne var?
Bir, hayvanlar var; develer, atlar, merkepler, koyunlar, kuzular, insanın sahip
olduğu hayvanlar. Bunların bir kısmı gıda işinde işe yarıyor, bir kısmı binek
olarak kullanılıyor, bir kısmı yük taşımakta kullanılıyor; birer vasıta. Yani
geçim, yeme içme vasıtası, ulaşım aracı oluyor. Bunların bir bedeli bir parası
var.
Bir de köle, harpte düşman tarafından esir alınmış köle; ama canına kıyılmamış,
hayat hakkı tanınmış; yaşasın, öldürülmesin, çalışacak. Tabii bu büyük bir
para. Bugünkü hesaplarla hesaplamak ve bir misalle anlatmak gerekirse belki bir
kamyon, belki bir otomobil demek; büyük bir para.
Hah, evlat kendisine anasına babasına baktırtabildi mi, başarı sağladı mı, bir
kamyon, bir araba bağışlamış gibi sevap kazanacak. “Yani bayağı bir sevapmış.”
diye insan başını sallar, dinleyince duyunca; evet bak, maşaallah bayağı bir
sevapmış der.
Peygamber Efendimiz’e sormuşlar demişler ki;
Yâ Resûlallah! 360 defa baktırır. Çocuk mahirse, ustaysa, candan bir evlatsa,
hakikaten anne babasını seviyor da kendini de sevdirebilmişse, kendisine rahmet
nazarı ile baktırabiliyorsa; anne baba ona günde 360 defa bakar! O zaman da
verecek mi Allah bu sevabı? diye bu mânada soru sormuşlar. Peygamber Efendimiz
demiş ki;
“Allahu Ekber!” Veremez mi sanıyorsunuz, öyle bir şey olur mu? 360 defa bakarsa
va’di va’attir, va’di haktır; 360 tane köle âzat etmiş gibi sevap verir. Demek
ki çocuk 360 kamyon bağışlamış gibi sevap alabilecek.
Bu hadîs-i şerîfe dönelim. O hatırımızdaki hadîs-i şerîfti bu da karşımızdaki
kitabın satırındaki hadîs-i şerîf.
Adam, efendi,
beyefendi, koca hanımına bakarsa; hanımı da ona bakarsa, Allah da onlara rahmet
nazarı ile bakar. Adam hanımının, eşinin elini avuçları içine alırsa; günahları
ikisinin parmakları arasından yerlere dökülür gider, pırıl pırıl olurlar.
Bir evlilik düşünün, karı kocanın günlük hayatını düşünün, bu el ele tutmak,
yüz yüze gelmek, bakmak, tebessüm etmek... Tahayyül edebilirsiniz, hayal
gücünüz kuvvetliyse gözünüzü kapayın hayal edin. Hayal edemiyorsanız,
televizyonlarda mutlu aile filmlerini filan düşünün veya o sahnelere bakın veya
reklamlara bakın: Bey işinden gelmiş, hanım da mutfakta, filanca yağda filanca
tatlıyı yapmış, böreği çöreği yapmış; mutfaktan bir görünüyor. Hanımı bir güzel
tebessüm, 32 dişi görünüyor, pırıl pırıl fırçalanmış, gıcır gıcır dişler; tabii
reklam.
Artistler güzel makyaj yapıyorlar, reklam filmi çekileceği zaman
saçlarını düzeltiyorlar, pudralanıyorlar, parlaklık olmasın, kırışıklık
görülmesin, pırıl pırıl bir hanımefendi. Pırıl pırıl önlükle elinde güzel bir
yemek, çok güzel bir tebessüm, şahane bir gülücükle bakıyor, televizyon onu
çekiyor. Beyefendi de böyle sofrada, o da eşine çok güzel bir gülücükle
bakıyor. Maksat filanca yağın, filanca markanın reklamı ama hani böyle bir
sahneyi düşünün.
Mutlu ailelerin, eşlerin
birbirlerine tebessümlü bakışlarını düşünün. Yeni evlileri düşünün, onların
böyle kırlarda gezdiğini düşünün, kır sefalarında yan yana yürüyüp ideallerini,
istikbale ait tasavvurlarını birbirlerine tatlı tatlı, birbirlerinin omuzlarına
başlarını koyarak anlattığını düşünün.
Yani şunu demek istiyorum:
Hanımla bey arasında bu gibi bakışlar, tebessümler, gülücükler, muhabbet
eserleri çok olur. Günde kaç defa olur, kaç defa olur. Temennimiz aileler
arasında, eşler arasındaki muhabbetin kuvvetli olması, devamlı olması, ömrün
sonuna kadar devam etmesi.
Yine halkımızın güzel sözlerindendir: “Bir yastıkta kocasınlar.” Yani ayrı
döşeklere ayrılmasınlar, boşanmasınlar, küsmesinler, evde ayrı yerde yatıp
kalkmasınlar; hepsini düşünmüş bizim eskiler. Tabii çok olunca o gülücükler, o
el tutuşlar, o muhabbetler; o zaman sevaplar da tekerrür edecek. Günahların
affolunması da, tekrar tekrar affolunacak. Hiç bir şey kalmayacak.
Bakın İslâm nasıl aile
yuvasını koruyor? Nasıl aile yuvasını teşkil eden eşlere mükâfatlar ihsan
ediyor?
Şimdi gel de bu kadar güzel hadîs-i şerîflerden sonra “Bekârlık sultanlıktır!”
de. Bekârlık sultanlık filan değildir. Bekârlık büyük bir mahrumiyettir.
Eski devirlerde adamcağızın birisi bir gece bir rüya görmüş, rüyasında evlilere
çok büyük mükâfatlar bahşediliyor diye görmüş, hemen ertesi gün aman beni
evlendirin diye etrafına ricada bulunmuş.
Sahabeden, Aşere-i Mübeşşere’den bir zât-ı muhteremin menkîbesi beni çok
duygulandırır; düğünlerde söylerim bunu. Eşi vefat ediyor, kendisi de yatakta,
kendisi de vefat etmek üzere; salgın hastalık, tâûn hastalığı gelmiş. Başucunda
okuyorlar, yani ölmek, son nefesini vermek üzere, öbür odadan eşinin vefatı
haberi geliyor. Eşiniz vefat etti, sizlere ömür filan diye herhalde. O da diyor
ki;
“Allah rahmet eylesin.” Artık ne dediyse... Dualar ediyor herhalde... [Sonra da
diyor ki;]
“Aman beni evlendirin!
Şaşırıyorlar tabii. Bu zât Aşere-i Mübeşşere’den, Peygamber Efendimiz’in
sevdiği sahabesinden yüksek şahsiyet, ârif, kâmil, velî, mahbup, makbul kul,
cennetlik olduğu hayatta müjdelenmiş bir kimse.
Tabii hasta, şimdi bu nasıl kalkacak, nasıl düğün dernek yapacak, gerdeğe
girecek? Diyorlar ki;
Sen biraz iyi ol da, sıhhat-ı âfiyet kesb et de; biz arayalım, sana güzel bir
eş bulalım, evlendirelim.
“Yok. Ben bu hastalıktan kalkamayacağımı da, vefat edeceğimi de biliyorum; ben
Rabbim’in huzuruna bekâr gitmeye utanıyorum, bekâr bir kul olarak gitmeye
utanıyorum.” diyor.
Halbuki elinde ne var, yani öbür tarafta eşi hastalandı vefat etti.
Ama Allah’ın istediği durum nedir?
Evlilik durumudur. O evlilik durumunu kesb etmiş olarak Allah’ın huzuruna
varmayı istiyor.
Düşünün şimdi, ben hoca olduğum için bana arkadaşlarım, kardeşlerim, ihvanım,
dostlarım, gençler gelirler;
“Biz evlenmek istiyoruz, acaba tavsiye edeceğiniz bir kimse var mı?”
diye.
Ben de memnun oluyorum. Çünkü nikâh konusunda aracı olmak, yardımcı olmak çok
sevap; çok büyük sevap olduğu için ben de memnun oluyorum. Biraz da endişe
ediyorum, mutlu olmazlarsa kabak benim başımda patlar; “Sen bize buldun.” derler
diye de zaman zaman düşündüğüm oluyor ama sevabını düşünüyorum. Aracı olmaya
çalışıyorum, ama diyorlar ki;
“İşte boyu şu olsun, rengi şu olsun, saçı şöyle olsun, gözü böyle olsun.”
O zaman kırılıyorum, o zaman “Şu evsafta istiyoruz” diye fabrikaya sipariş
vermeleri lazım.
Öyle şey olur mu?
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Dindar olan bir kimseyi arayın. Zenginliğine, asâletine, soyluluğuna,
ailesine, parasına puluna, kendi güzelliğine değil; asıl ahlakının güzelliğine
rağbet edin.” buyuruyor. Esas o olması lazım.
Bu hadîs-i şerîflerde görüyoruz ki, evlilik çok sevaplı. Onu da o sahabî
bildiği için, yataktayken kalkamayacağını bildiği halde, miras benden sonra o
yeni gelene de taksim olunur diye de maddî hesaplar da yapmıyor. Şimdi en çok
onu yapıyorlar. Aileden birisi vefat ediyor, çocuklar geride kalan babasıysa
veya annesiyse evlenmesine mâni oluyorlar.
Evlenme!
Neden?
E miras taksim olacak.?!
Böyle şey olur mu?
Allah, bak evlileri sevdiğinden, evlilere sevap verdiğinden o cennetlik olan
sahâbi; “Aman beni evlendirin!” diyor, biraz sonra öleceğini bildiği halde.
Yani nikâh, nikâhlı bir insan sıfatıyla, dul değil de eşi olan bir insan
sıfatıyla ahirete göçmek istediğini beyan ediyor.
Bu neden?
İşte demin okuduğum hadîs-i şerîf gibi hadîs-i şerîflerle evliliğin ne kadar sevap, ne
kadar güzel olduğu, ne kadar Allah tarafından sevildiği; evlenenlerin, karı
kocanın, ne kadar sevaplı işler yaptıkları, ne kadar sevap kazandıkları;
çocukları olursa ne kadar sevap kazandıkları, çocuklara baktılar mı ne kadar
sevap kazandıkları; beyi dışarıda çalışıp erzak getirdiği zaman ne kadar sevap
kazandığı gibi hususları anlatan birçok hadîs-i şerîfler var.
Hâsılı evlilik çok sevaplı
bir şey. Muazzam sevap kazanma vesilesi. İşin bu tarafı tamam.
Ben bir de şunu anlatmak istiyorum. Bazı
kimseler ellerine geçmiş olan bu büyük nimeti, yani evlilik nimetini iyi kullanmıyorlar, kadrini
bilmiyorlar ve yuvada geçimsizlik oluyor. Bazen kadından kaynaklanıyor bu
kusur, geçimsizlik kaynağı kadın oluyor. Bazen de erkekten kaynaklanıyor, erkek
kusurlu...
Mesela kadın kaprisli
oluyor. Geçen gün bir hanımı anlattılar. Beyi bir işte çalışıyormuş,
yoruluyormuş, akşamüstü ikinci bir işe gidiyormuş, gece birlere ikilere kadar
bu ikinci işten para kazanıp çoluk çocuğuma, ihtiyaçlarına harcayayım diye
kendini yıpratıyormuş. Bazen günde iki saat, üç saat uyku; eşi yine memnun
değilmiş. Ne kadar götürsen gözü doymuyormuş. Yine huzursuzluk çıkartıyormuş,
yine eşinin başının etini yiyormuş; geldiği
zaman dır dır dır, vır vır vır… Eşi “Ben artık intihar edeceğim.” diyormuş
etrafındakilere.
Düşünüyorum, evliliği bilmiyorlar, evliliğin ne kadar büyük nimet olduğunu
bilmiyorlar. Bir de evliliği sürdürmeyi
bilmiyorlar. Bu evlilik nimetinin ellerinde devam etmesinin, sürmesinin,
ellerinden kaçmamasının [yollarını bilmiyorlar.] Kadri bilinmeyen nimet elden
alınır ya; [insan] kadrini bilmedi mi Allah ver o nimeti bakayım, sen bunun
kadrini bilmedin diye elden alır. Onu bilmiyorlar ve birbirlerine hayatı zehir
ediyorlar.
Bazen de koca yapıyor bu işi, hanım melek gibi; koca haydut, eve bakmaz, hanıma
bakmaz, çocuğa bakmaz, evin ihtiyaçlarıyla ilgilenmez, eve gelince kavga
gürültü, maalesef dayak, dövme, sövme vesaire... Bu da ayrı kötü bir manzara.
Şunu anlatmak istiyorum:
Dinimiz iki kişinin, karı kocanın birbirleriyle iyi geçinmesine çok önem
veriyor, çok teşvik ediyor. Allah bunu seviyor, iki tarafı seviyor. Çok büyük
mükâfatlar ihsan ediyor. İki
taraf da mutluluk için çalışmalı; iki taraf da yuvanın selametini gözetmeli,
iki taraf da bu sevapları bu nimetleri elinden kaçırmamaya dikkat etmeli. Bu
hususta olanca çabasını göstermeli.
Biliyorsunuz, “Mutluluk biraz da insanların dışında değil içindedir,
kendisindedir.” derler. Kendisi mutluluğu kendi eliyle tahrip edebilir,
kaçırabilir veya güzel davranarak mutluluğu elde edebilir. Karı ve kocanın
içinde mutluluk. Parada, pulda, evde, maaşın çokluğunda azlığında değil; bazen
iki gönül bir olunca samanlık seyran olur. Ama gönüller bir olmadığı zaman da
saraylar zindan olur.
O bakımdan dinimizin karı kocaya ne kadar sevaplar verdiğini bu hadîs-i
şerîfle sizlere müjdelemek istedim.
Daha doğrusu bundan sonra bir iki hadîs-i şerîf daha okumak istiyordum ama
konu bütünlüğü de oldu. Konu biraz önemli olduğu için uzattım.
Aman evli iseniz eşinize şefkat, rahmet, sevgi, muhabbet
nazarıyla bakın; çünkü sevap. Elini tutun, iltifat eyleyin çünkü sevap; tatlı
güzel sözler söyleyin çünkü sevap, her şey sevap. Aman birbirinizin kalbini
kırmayın sevgili evliler, eşler. Aman bekârlar iyi bir hayat
arkadaşı, müslüman mütedeyyin bir eş bulmaya gayret edin. Bu bekârlık
derbederliğinden kurtulun, şu evlilik sultanlığına siz de sahip olun, nâil
olun.
Allah gönlünüze göre hayırlı eşler ihsan eylesin diyorum; evlenmemiş olanlara
dua ediyorum. Allah evlatlarımıza hayırlı eşler nasip etsin. Onların
düğünlerini, mutluluklarını görmeyi nasip eylesin.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.
Prof.Dr.Mahmud
Esad Coşan Hocaefendinin Sohbeti
https://akra.media/Medya/MedyaDetay/439?s=03
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder