Charlie Chaplin; çok acılı ve meşakkatli bir hayat öyküsünün ertesinde,
mutluluğu ve huzuru yakaladı...
Dünyayı
güldüren adam aslında, kendi acısını unutmak için insanları güldürmeye
çalışıyordu...
70. doğum
gününde, hayatından çıkardığı dersleri anlatan bir yazı kaleme aldı...
O yazıdan
pasajlar aktarıyorum size...
HAYATIN
BANA YAPTIĞI UYARILAR...
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda anladım ki; Duygusal acılar ve keder yapılmış birer uyarıydı
bana... Kendi gerçeğime karşı yaşadığımı anımsatıyorlardı...
Biliyorum bugün buna ‘özgün olmak’ diyorlar...
İNSANIN KENDİSİNİ ZORLAMASININ...
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda...
Zamanı gelmediğinde ve o kişinin hazır olmadığını bildiğin
halde, istediğini yaptırmaya zorlamanın...
Zorladığın kişi bizzat kendin de olsa, çok utanç verici
bir şey olduğunu anladım...
Bugün buna; “kendine
saygı duymak” deniyor...
BAŞKALARININ
HAYATINA ÖZENME...
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda, başkalarının hayatlarına özenmekten vazgeçtim... Önüme çıkan
zorlukların;
Olgunlaşmam için aşmam gereken
engeller olduğunu fark edebildim...
DOĞRU
ZAMANDA DOĞRU YERDE...
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda;
Her zaman, her fırsatta...
Doğru zamanda doğru yerde bulunduğumu
anladım...
O andan itibaren huzura erdim...
Bugün buna; ‘yaşanmakta olana saygı’ dendiğini biliyorum...
GELECEĞE İLİŞKİN BÜYÜK PROJELER...
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda;
Kendime ayırmam gereken
zamanı, başka şeylere harcamaktan...
Geleceğe ilişkin büyük projeler
yapmaktan vazgeçtim...
Bugün artık yalnızca bana
keyif ve mutluluk veren,
Sevdiğim ve hoşuma giden işleri,
Kendime özgü yol yordam ve tempoyla
yapıyorum...
Günümüzde buna ‘kendine karşı dürüst olma’ dendiğini biliyorum...
SAĞLIKLI
OLMAYANLARDAN KURTULMA
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda; Sağlıklı olmayan her şeyden kurtardım kendimi... Yemeklerden,
insanlardan, nesnelerden, durumlardan... Hepsinden önce de beni benden koparıp
diplere çeken şeylerden...
Başlangıçta buna ‘sağlıklı egoizm’ diyordum... Bugün
biliyorum ki bu ‘kendini sevmektir...’
HAKLILIĞIMA
İNANMAKTAN VAZGEÇTİM
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda... Vazgeçtim; her zaman kendi haklılığıma inanmaya... Daha az
yanılmaya başladım böylece... Bugün anladım ki; Buna ‘sade olmak ve sade yaşamak’ deniyor...
DÜŞÜNCELERİN
BENİ HASTA ETMESİ...
Kendimi gerçekten sevmeye
başladığımda; Düşüncelerimin beni hasta ve zavallı bir insan yapabileceğini
fark ettim...
Buna karşı, yüreğimin gücünü yardıma
çağırdığımda.. Aklım değerli bir ortak kazandı... Bu ilişkiye bugün ‘yürek bilgeliği’ diyorum...
YAŞAMAK...
Kendimle ve başkalarıyla
tartışmaktan... Çatışmaktan ve sorun yaşamaktan korkmuyorum... Çünkü yıldızlar
bile bazen birbiriyle çarpışıyor...
Yeni dünyalar oluşuyor... Bugün bunun ‘yaşamak’ olduğunu biliyorum...
(Charlie Chaplin 16 Nisan
1959 yılında 70. doğum gününde yazdığı yazı...)
*****
LİNÇ EDİLMEYE ÇALIŞILAN YALNIZ STAR
O
güne kadar hayatında; iki kez kendinden çok genç kızlarla evlenmiş boşanmış,
yine bir genç kadınla yaptığı evlilikte aradığını bulamamış bir adamdı... Genç
kadının hakkında açtığı babalık davasında mahkemelerle uğraşıyordu...
Siyasi
olarak “rejim açısından sorunlu bir adamdı...” Rejime muhalifti; ona ‘komünist’
diyorlardı... O ise sadece ‘hümanist’ olduğunu söylüyordu... Rejimin, toplumsal
ahlak kurallarının ve Hollywood düzeninin ‘linç etmeye yemin ettiği’ yalnız bir
adamdı o...
Londra’nın
kenar mahallelerinden çıkıp gelen, mazlum bir serseriydi aslında... Dokunaklı
ve komik bir öyküsü vardı... 1889’da Londra’da doğmuştu... Babası alkolikti...
Annesi dengesiz... Charlie 3 yaşındayken babasını kaybetti... Annesi babasının
ölümünü kaldıramadı ve sinir krizi geçirip hastaneye kaldırıldı...
Yalnız
kaldı... Erkek kardeşi Syd’le parklarda yattı, çöp kutularındaki kırıntılarla
karnını doyurdu... Sonunda kardeşiyle bir yetimhaneye gönderdiler onları... Ağlamamak
için gülmeyi o sırada öğrendi...
Kendisine
pandomim ve komikliklerle dolu bir hayal dünyası yarattı... Ağlamasını gülerek
örtmesini ve güldürmesini öğrenince; Londra’nın tiyatro izleyicisi ona
“gülmeye“ başladı... Charlie Chaplin böyle doğdu...
ROMANTİK MAZLUM
SERSERİ...
Charlie’nin
genç kadınlara ilgisi vardı... Evlendiği ilk eşi Mildred Harris sadece 16
yaşındaydı... kinci eşi Lita Grey de
aynı yaştaydı... Üçüncü eşi çekici
Paulette Godard onlar kadar çocuk değildi, ama o evlilik de yürümemiş
boşanmayla sonuçlanmıştı... Şimdi de genç
ve güzel oyuncu Joan Berry, Charlie’nin doğmamış çocuğunun babası olduğunu
iddia ediyordu...
Oysa
kan testi durumun böyle olmadığını söylüyordu... Genç oyuncunun hamile kaldığı
kişi Charlie Chaplin değildi... Ama o yıllar Amerika’da Soğuk Savaş vardı... Ve
Charlie Chaplin “komünist” olarak biliniyor ve rejim tarafından istenmeyen adam
ilan ediliyordu...
Böyle
insanlara, “hayatın zindan edilmesi, sadece o günlerin Soğuk Savaş
Amerika’sında değil, bugünlerin çağdaş sanılan dünyasında da pek revaçta bir
uygulamaydı...”
Ancak
bu arada genç bir kadın; masum, komik, gariban görünümlü romantik serseriye
inanmıştı...
GÜVERCİN ADIMLI ADAMIN
HAYALİ...
17
yaşındaki genç kızın ismi Oona’ydı... 1943 yılında; daha 17 yaşındayken 54
yaşındaki Charlie Chaplin’le evlenerek bütün dünyaya, sevdiği adama inandığını
deklare etti... Mahkeme; kan testinin aksi sonuçlarına rağmen Charlie
Chaplin’in “baba” olduğu görüşünü kabul etti ve; çocuk için 21 yıl boyunca para
ödemesine karar verdi...
Hayat her zaman acımasızların...
Rezillerin... Kan emicilerin... Ahlak bekçilerinin... İnsanlık suçu
müsebbiplerinin... Soğuk savaş akrobatlarının... Empati kurmayan insanlık
yoksunlarının...
Ve o günlerde Amerika’yı kasıp kavuran derin operasyon merkezlerinin
arzuladığı gibi gitmeyecekti..
Bazen iyi
olanlar ya da iyi olmaya çalışanlar birbirlerini bulurlardı...
Her
şey onlara karşı gözükse de, onlar bir yolunu bulacak; birbirlerine destek
olacak, onları yok etmeye çalışan hayatı cennete çevirebileceklerdi...
Üç
kuşaktan alkol ve uyuşturucu bağımlısı bir aileden gelen 17 yaşındaki çekici güzel
kız Oona, kendisi gibi alkolik bir babanın oğlu olan ve 3 yaşından beri annesiz
babasız, yetimhanelerde büyüyüp, dünyanın en ünlü aktörü haline gelen, masum ve
berduş görünümlü, romantik ve komik serseri istediklerini verdi ve onu mükemmel
bir adam haline dönüştürdü...
Amerika’da
Mc Carthy rejimi;
kendisine
muhalif olan, insanlıktan ve barıştan yana davranan Şarlo’yu Amerika’da
istemiyordu...
Şarlo
da hayatı kendisine cehennem eden; ahlak bekçisi kisvesindeki operasyon
merkezlerinden, rejim muhafızlarından ve Soğuk Savaş cellatlarından kaçıp
kurtulmak istiyordu... Oona’yla İsviçre’ye sürgüne gittiler birlikte... Orada
çok mutlu bir hayat sürdüler...
Çocuk
üstüne çocuk yaptılar...
8
çocuk, hepsi de inanılmaz biçimde annelerine benziyordu...
Hollywood’a
girmesi yasaktı; ama o bütün dünyada oynayan filmlerinden yılda yaklaşık 11
milyon dolar para kazanıyordu...
İsviçre’de
Genova yakınlarında, bir villada yaşadılar genç karısıyla...
Hayatın,
onlara alkol ve uyuşturucu yüklediği genetik mirasa inat, 37 yıllık yaş farkına
aldırış etmeden mutlu bir yaşam geçirdiler...
Soğuk
Savaş cellatları, insanlıktan nasibini alamamış iftiracı güç odaklarına karşı,
tam 34 yıl İsviçre’de yaratıcılık dolu bir hayatları oldu...
-“Çocuklarımız
için yaşıyoruz... Onları şımartmamaya çalışıyoruz...” diyordu Oona...
ŞARLO...
“Filmlerde
göstermek istediğim adam; romantizme karşı inanılmaz açlığı olan bir adamdır...
Sonsuza kadar aşkı aramak istiyor, ama ayakları ona izin vermiyor...” derdi...
Filmlerinde oynadığı “romantizme adayan“ adam aslında kendisiydi...
İzin
vermiyor dediği ayakları ise “Şarlo“yu dünya durana kadar unutulmayacak olan
“güvercin adımlı yürüyüşüydü...”
“Hayatta
utangaç bir saygı ve yumuşak bir bağlılık” aradığını söyleyen; komik ve berduş
adam 1977’nin Noel’inde öldü...
88
yaşındaydı...
Filmlerinde
yarattığı “güvercin yürüyüşü“ mazlum ve masum karakterinin simgesi olarak dünya
durdukça titrek siyah beyaz kareler de onu ölümsüzleştirecekti...
*
19 Ağustos 2015 Çarşamba Reha Muhtar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder