Rekabet ortamında iş yapamayacağını anlayan üniversite mezunları arasında devlet kapısında iş bulmak çok rağbet gören bir tercih çeşididir. Aile büyükleri de aynı yönlendirmeyi yapıyor. “Devlette işe gir gerisi kolay” sözü şablon olarak kullanılıyor. Devlette işe girdikten sonra çalışan ile görevi savsaklayan arasında ne kadar fark var sorgulanmıyor. “Memuru zihniyeti ile iş yapmak” anlayışı hâla kullanılıyor.
Yaşanmakta olan örnekler verilebilir; sınıf öğretmeni olarak görev yapıyor. Okulun yakınındaki şoför eğitimi veren firması temel uğraş alanı. Arada bir okulun ulaşım işlerini de
üstleniyor. Mesai devamsızlıkları kolayca göz ardı ediliyor. Bu durum
üstleniyor. Mesai devamsızlıkları kolayca göz ardı ediliyor. Bu durum
diğer çalışanlar arasında ve veli seviyesinde sızlanmalara neden oluyor. Okul idaresi ise durumu idare ediyor.
Öğretmen gözü ile bakıldığında; çocuklarla iç içe olmak insana haz veren çekici bir meslek. Meslek sevgisi bazen 50-60 kişilik sınıf mevcutları arasında kaybolabiliyor. 20-30 kişilik sınıflar ile 50-60 kişilik sınıfları mukayese etmek mümkün mü? Sınıf mevcudu 30 öğrenci üzerine çıktığında eğitim-öğretim yerine çocuklarla baş edebilme sorunları başlıyor.
Özellikle ilköğretim seviyesindeki sınıf geçme oranları yanıltıdır. Milli Eğitim Bakanlığının uygulamaları gereği öğrencisini sınıfta bırakan öğretmen neredeyse hesap veren tek adres durumunda bırakılmıştır. Veli sorumluluğunu üstlenmeyen ailelerin çocukları ayrı bir konu olarak ele alınmalıdır. Öğrencilerin ruh ve beden sağlığı göz ardı edilemeyecek ayrı bir faktördür. Öğrenci profili ve miktarına bakılmaksızın sınıf geçme sorumluluğunun öğretmene yüklenmesi kaçamak çözümleri teşvik etmektedir. Öğretmen yetersiz öğrencilerini sınıfta bırakarak dönem sonrasında mesai yapmak yerine, hak edilmeyen ilâve notlarla sınıf geçirmeyi çözüm olarak görebilmektedir.
Burada öğretmeni suçlamak yerine sistemin iyileştirilmesi gerekmektedir. Öğrenci sınıf geçiyor, okul bitiriyor ve devamında üniversite sınavında sıfır çekiyorsa sorgulama yapılması gerekmez mi?
Okul ortamlarının fiziki niteliği ve ders araç-gereçlerinin kalitesi yanında öğretmenlerin nitelikleri ile onların motivasyonu konusunda tatmin edici seviyede miyiz?
Özel okul ve devlet okulu mukayesesi de yapılmalı. Sistemin iyi işlediği başarılı okul modelleri incelenmelidir.
Performansı yeterli olmayan öğretmenin, bir özel okulda görevi sürdürme şansı ile devlet okulundaki karşılığının durumu aynı mı?
Devlet okulundaki öğretmenlerin ömür boyu devlet memuru olarak kalması doğru mu? Ölçme değerlendirme ve rekabetin olmadığı yerde verimlilik aranabilir mi? Bu sorgulama devletin bütün kadroları için yapıldığında verimlilik nasıl olur?
Öğretmenin bilimsel yeterliliğinin iyileştirilmesi yanında özlük haklarının da düşünülmesi gerekmektedir.
Marka haline gelmiş büyük kuruluşlarda uygulandığı üzere “Ölçme Değerlendirme” veya “Kurumsal Kaynak Planlama Sistemi” kavramlarının kullanılması bu alanda da düşünülmelidir.
Üniversite yerleştirme sınavlarının sonuçlarının açıklandığı günümüzde ayrı bir değerlendirme yapılmalıdır. Yaklaşık 2 milyon gencimizin katıldığı sınavda, matematik başta olmak üzere sıfır çekenlerin miktarı Milli Eğitim Bakanlığını harekete geçirmelidir. Yaşanan durumun sorumlusu sadece öğrenciler veya öğretmenler değildir. Yaşanan başarı seviyeleri öğretmen, okul ve bakanlığın değerlendirilmesinde bir ölçü olarak ele alınmalıdır. Sistem içindeki bütün makam sahipleri söz konusu başarı(sızlık)ların yansımalarını kendi özlük haklarında görmelidirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder