13 Ekim 2025 Pazartesi

Bir Anket Bir Analiz & Türkiye'nin Kimlik Fay Hatları ve Müşterek Gelecek Vizyonu *

 


Cemal Akkuş

Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Genel Sekreteri

Toplum Çalışmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan "Türkiye'nin Milliyetçilik Haritası" başlıklı kamuoyu araştırması, Türkiye'nin mevcut

sosyo-politik ruh halinin ve kimlik katmanlarının anlaşılması açısından kritik bir veri seti sunmaktadır. Bu analiz, anket bulgularını yalnızca bir özet olarak sunmakla kalmayıp, Türkiye'deki siyasi kutuplaşmanın tarihsel ve güncel dinamikleriyle birleştirerek, rakamların ardındaki toplumsal zihniyet kodlarını deşifre etmeyi ve ülkenin geleceğine yönelik stratejik çıkarımlar yapmayı kolaylaştırmaktadır. Araştırma, ilk bakışta çelişkili görünen ancak bir araya getirildiğinde Türkiye'nin karmaşık kimlik yapısını aydınlatan temel tezleri ortaya koymaktadır.  

 

Bu tezlerin ilki, Türkiye toplumunun ezici bir çoğunluğunun (%73,4) kendini "milliyetçi" olarak tanımlamasına rağmen, "milliyetçilik," "millet," "tarih" ve "devlet" gibi temel kavramlar üzerinde derin bir fikir ayrılığı ve kavram kargaşası yaşandığıdır. Bu durum, milliyetçiliğin homojen bir ideoloji olmaktan çok, farklı siyasi ve kültürel grupların kendi dünya görüşlerine göre yeniden yorumladığı bir "şemsiye kavram" olduğunu göstermektedir.  

 

İkinci olarak, toplumun seküler-ulusal bir kimlik eksenini temsil eden "Türk milleti" aidiyeti (%56) ile dini-evrensel bir kimliği yansıtan "İslam ümmeti" aidiyeti (%40) arasında belirgin bir şekilde ikiye bölündüğü görülmektedir. Bu fay hattı, siyasi parti tercihlerinden tarih algısına, dış politikadan anayasal vatandaşlık tanımına kadar pek çok alandaki tutumların ana belirleyicisi konumundadır.  

 

Üçüncü olarak, Kürt meselesine yaklaşımda dikkat çekici bir paradoks gözlemlenmektedir: Bireysel düzeyde, yani özel alanda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtlere yönelik yüksek bir sosyal kabul oranı mevcutken; kolektif haklar talep edildiğinde, yani kamusal alanda, keskin bir siyasi retçilik ortaya çıkmaktadır. Bu ikilem, sorunun çözümüne yönelik hem bir engel hem de doğru okunduğunda önemli bir fırsat barındırmaktadır.

 

Son olarak, Türkiye'nin gündemindeki yeni anayasa tartışmaları, bu kimlik fay hatlarını daha da derinleştirme riski taşımakla birlikte, anket verilerinde tespit edilen ortak zeminler ve mutabakat alanları üzerinden yeni ve daha kapsayıcı bir toplumsal sözleşme inşa etme fırsatını da sunmaktadır. Bu analiz, söz konusu riskleri ve fırsatları veri temelinde değerlendirerek, Türkiye'nin müşterek gelecek vizyonuna katkı sunmayı hedeflemektedir.

 

Bölüm 1:

Milliyetçiliğin Farklı Yüzleri: Kavramsal Ayrışmalar ve İdeolojik Gerilimler

 

Anket, Türkiye'de milliyetçiliğin tek bir kalıba sığdırılamayacak kadar çeşitli ve kendi içinde gerilimler barındıran bir ideolojik yelpaze olduğunu ortaya koymaktadır. Kendini siyasi olarak "Atatürkçü" (%34,2), "Türk Milliyetçisi" (%25,4) ve "Ülkücü" (%5,4) olarak tanımlayan üç ana grup, toplamda nüfusun %65'ini aşarak siyasi yelpazenin merkezini oluşturmaktadır. Ancak bu gruplar, "milliyetçilik" bayrağı altında birleşiyor gibi görünseler de, temel kavramlara yükledikleri anlamlar, tarih okumaları ve devlet-birey ilişkisine bakış açıları itibarıyla önemli ölçüde farklılaşmaktadır.  

 

Bu üç grubun profilleri incelendiğinde, en belirgin ayrışma noktalarından birinin tarih algısı olduğu görülmektedir. "Tarihimizin en çok hangi dönemiyle gurur duyuyorsunuz?" sorusuna Atatürkçülerin %82,4'ü "Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi" yanıtını verirken, Ülkücülerin %60,8'i tercihini "Osmanlı/Selçuklu Dönemi"nden yana kullanmaktadır. Kendini "Türk Milliyetçisi" olarak tanımlayanlar ise bu iki tarihsel miras arasında neredeyse tam ortadan bölünmüş durumdadır (%45,9 Cumhuriyet vs. %46,1 Osmanlı/Selçuklu). "Türk Milliyetçisi" grubunun bu konudaki bölünmüşlüğü bu kimliğin iki ana damardan da beslendiğini ortaya koymaktadır.  

 

İkinci temel ayrışma alanı, devletin otoritesi ile bireysel özgürlükler arasındaki dengedir. "Milli güvenlik gerekçesiyle kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını kabul eder misiniz?" sorusuna "Hayır, kabul etmem" diyenlerin oranı, Atatürkçüler (%68,2) ve Türk Milliyetçileri (%63,3) arasında yüksek bir liberal hassasiyete işaret ederken, Ülkücülerde bu oran %43,9'a düşmektedir. Bu bulgu, Ülkücü hareketin devleti kutsayan ve bireyi devletin bekası için feda edilebilir gören geleneksel devletçi refleksini teyit ederken, diğer iki grubun daha sivil ve özgürlükçü bir milliyetçilik anlayışına yakın durduğunu göstermektedir.  

 

Duygusal coğrafya algısı da bu gruplar arasındaki farkları netleştirmektedir. MHP seçmeninin (Ülkücülerin en yoğun temsil edildiği parti) Kerkük'e (%73,4) ve Kudüs'e (%75,9) neredeyse eşit derecede yüksek bir duygusal yakınlık hissetmesi, kimliklerinin hem etnik-Turancı (Kerkük) hem de İslami (Kudüs) referansları bir arada barındırdığını kanıtlamaktadır. Buna karşılık, diğer kesimlerde Kudüs'e yakınlığı %41,1 ile belirgin şekilde daha düşüktür. Bu durum, Atatürkçü kimliğin dini temelli hassasiyetlerinin düşüklüğünü de gösterir.  

 

Gizli Özne Olarak "Milliyetçi Muhafazakârlar"

 

Anketin en dikkat çekici bulgularından biri, kendini "Türk Milliyetçisi" olarak tanımlayanların parti tercihlerindeki dağılımdır. Bu grubun en büyük bloğunun (%36,6) AK Parti'ye oy vermesi, "Türk Milliyetçisi" etiketinin homojen bir siyasi kimliği temsil etmediğini, aksine içinde önemli bir "milliyetçi-muhafazakâr" damar barındırdığını göstermektedir. Bu kesim, MHP, İYİ Parti veya Zafer Partisi gibi geleneksel milliyetçi partilerde kümelenen milliyetçilerden farklı bir profildedir.

 

Bu durum, "Türk Milliyetçiliği" kavramının, farklı ideolojik gruplar için bir "şemsiye kavram" işlevi gördüğünü ortaya koymaktadır. Bir yanda daha seküler, cumhuriyetçi ve Batı'ya dönük bir milliyetçilik anlayışı bulunurken, diğer yanda Osmanlı mirasına, dine ve devletin mutlak önceliğine de vurgu yapan bir milliyetçilik anlayışı yer almaktadır.

 

Bu içsel çeşitliliğin siyasi sonuçları da oldukça önemlidir. Örneğin, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Recep Tayyip Erdoğan ile milliyetçi gelenekten gelen popüler bir aday olan Mansur Yavaş karşılaştığında dahi, kendini "Türk Milliyetçisi" olarak tanımlayanların %54,3'ü tercihini Erdoğan'dan yana kullanmaktadır. Bu sonuç, AK Parti'ye oy veren milliyetçi-muhafazakâr seçmen için lider figürünün, parti kimliğinin ve muhafazakâr değerlerin, rakip adayın milliyetçi kökeninden daha belirleyici olduğunu kanıtlamaktadır. Dolayısıyla, "Türk Milliyetçiliği" tek bir ideolojik blok değildir; farklı siyasi projeler tarafından içeriklendirilebilen, esnek ve siyasi konjonktüre göre yeniden tanımlanabilen dinamik bir kimliktir. Bu esneklik, siyasi aktörler için geniş bir tabana hitap etme avantajı sunarken, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi için de bir zemin oluşturma riski taşımaktadır.  

 

Bölüm 2:

Millet, Ümmet ve Vatandaşlık Üzerine Çatışan Tahayyüller

 

Araştırma, Türkiye toplumunun kimliksel aidiyet konusunda derin bir fay hattıyla ikiye ayrıldığını ortaya koymaktadır. "Kendinizi öncelikle hangisinin bir parçası olarak görüyorsunuz?" sorusuna verilen yanıtlar, bu ayrışmanın siyasi ve sosyal hayattaki pek çok tutumun temelini oluşturan bir ana prizma işlevi gördüğünü göstermektedir.

 

Türkiye'nin Ana Fay Hattı: Türk Milleti - İslam Ümmeti

 

Ankete katılanların %56'sının kendini öncelikle "Türk milletinin", %40'ının ise "İslam ümmetinin" bir parçası olarak görmesi, Türkiye'nin en temel kimliksel ayrışmasını sayısal olarak ifade etmektedir. Bu oranlar, toplumun yarısından fazlasının kimliğini ulus-devlet ve vatandaşlık temelinde (millet) tanımlarken, diğer önemli bir kesimin ise kimliğini dini ve evrensel bir cemaat (ümmet) temelinde tanımladığını göstermektedir. Bu bölünme, özellikle siyasi parti tabanlarında keskinleşerek siyasal kutuplaşmanın ana motorlarından biri haline gelmektedir.  

 

Veriler incelendiğinde, CHP seçmenlerinin %80'i, İYİ Parti seçmenlerinin %84,7'si ve Zafer Partisi seçmenlerinin %89,1'i gibi yüksek oranlarla "Türk milleti" aidiyetini benimserken; AK Parti seçmenlerinin %60,4'ü ve Yeniden Refah Partisi seçmenlerinin %75,2'si "İslam ümmeti" aidiyetini önceliklendirmektedir. MHP seçmeni ise %63,4 "millet" ve %32,1 "ümmet" yanıtlarıyla bu iki kimlik arasında köprü kurmaya çalışan, ancak net bir şekilde ulusal kimliğe daha yakın duran bir pozisyondadır. Bu tablo, Türkiye siyasetindeki ittifak yapılarının ve ideolojik kamplaşmanın temelinde bu kimliksel aidiyet tercihinin yattığını açıkça göstermektedir.  

 

İslamcıların Kimlik Paradoksu: Ümmetçi Siyaset, Milliyetçi Refleks

 

Kendini "İslamcı" olarak tanımlayan kesimin %84,2 gibi ezici bir çoğunlukla "İslam ümmeti" aidiyetini tercih etmesi, bu grubun ideolojik duruşuyla tutarlı ve beklenen bir sonuçtur. Ancak bu grubun kimlik yapısı, anayasal tartışmalar söz konusu olduğunda daha karmaşık ve çok katmanlı bir hal almaktadır. Aynı İslamcı grubun %63,6'sı, "Anayasadan Türklük kavramı çıkarılmalıdır" ifadesine karşı çıkmaktadır. Bu durum, ilk bakışta bir çelişki gibi görünen, ancak derinlemesine incelendiğinde İslamcı düşüncenin devlete ve tarihe bakışını yansıtan önemli bir kimlik paradoksudur.  

 

Bu paradoksun temelinde, "Türklük" kavramına yüklenen farklı anlamlar yatmaktadır. Seküler milliyetçiler için "Türklük" genellikle vatandaşlık bağını veya etnik kökeni ifade ederken, İslamcılar için bu kavram çok daha farklı bir tarihsel ve kültürel bagaj taşımaktadır. Onların zihnindeki "Türklük", İslam'ın sancaktarlığını yapmış, Hilafet'i bünyesinde barındırmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi ve kültürel mirasçısı olan bir kimliği ifade eder. Bu perspektiften bakıldığında, "Türklük" kavramının anayasadan çıkarılması, sadece bir kimlik tanımının değil, aynı zamanda bu tarihi misyonun, devletin kurucu felsefesinin ve İslam dünyasındaki öncü rolün terk edilmesi olarak algılanmaktadır. Onların zihnindeki "Türk", esasen "Müslüman Türk"tür.

 

Dolayısıyla, bu kavramın anayasadan çıkarılmasına karşı çıkmak, aslında bu tarihi-dini misyonun ve devletin İslami karakterinin zayıflatılmasına karşı bir refleks niteliği taşır.

 

Bu karmaşık kimlik yapısı, Türkiye'de farklı kesimler arasında yaşanan "kavram kargaşasının" en net örneklerinden biridir. Aynı kelime ("Türklük"), farklı ideolojik gruplar için tamamen farklı anlamlar ifade etmektedir. Bu durum, bir yandan "Türk-İslam sentezi" veya "Müslüman Türk" kimliği etrafında muhafazakâr ve milliyetçi kesimleri birleştirme potansiyeli sunarken, diğer yandan bu tanımın seküler kesimler tarafından kabul edilmemesi halinde kutuplaşmayı daha da derinleştirme riski taşımaktadır.

 

Bölüm 3:

Kürt Meselesinde Paradoks ve Potansiyel: Reddedişin ve Kabulün Kesişim Noktası

 

Anket verileri, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Kürt meselesine yaklaşımında, birbiriyle çelişir gibi görünen ancak aslında aynı temel kaygıdan beslenen ikili bir yapı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yapı, bireysel düzeyde yüksek bir sosyal kabul ile kolektif haklar düzeyinde keskin bir siyasi retçilik arasında salınan bir paradoks olarak tanımlanabilir. Bu paradoksun ve Kürt toplumundan gelen verilerin doğru analizi, hem sorunun çözümündeki engelleri hem de gözden kaçan birleşme potansiyellerini anlamak için hayati önem taşımaktadır.

 

Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri, özel alandaki etnik kaynaşma düzeyinin yüksekliğidir. "Ailenize Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt birinin gelin/damat olarak katılmasını istememe" oranının sadece %19,3 olması, toplumun büyük çoğunluğunun bireysel düzeyde etnik kökene dayalı bir ayrımcılık yapmadığını göstermektedir. Bu oran, aynı soruya "Iraklı bir Kürt" (%58,2 karşı) veya "Suriyeli bir Türkmen" (%47,7 karşı) için verilen cevaplarla kıyaslandığında, vatandaşlık bağının etnik kimliğin çok daha önünde bir birleştirici faktör olarak görüldüğünü kanıtlamaktadır. Benzer şekilde, 2020 yılında yapılan bir başka araştırma da farklı etnik kökenden biriyle evliliğe olumlu bakanların oranının %65 gibi yüksek bir seviyede olduğunu teyit etmektedir.  

 

Ancak bu etkileyici sosyal kabul tablosu, hassas konulara geldiğinde tamamen tersine dönmektedir. Toplumun %65,2'si "Kürtçe eğitim veren ilkokullar da açılmalı" görüşüne şiddetle karşı çıkmaktadır. Geçmiş yıllardaki araştırmalar anadilde eğitim hakkına desteğin %40'lar seviyesinde olduğunu gösterirken, bu anketteki kategorik red oranının yüksekliği, son yıllarda bu konudaki toplumsal tutumun sertleştiğine işaret edebilir.  

 

Bu paradoksun altında yatan temel dinamik, Türkiye'deki ana kaygının etnik farklılığın kendisinden ziyade, bu farklılığın siyasi bir ayrılıkçılığa dönüşmesi ve devletin üniter yapısının bozulması korkusu olduğudur. Bireysel olarak "Kürt," komşu, arkadaş, eş olarak "biz"in bir parçası olarak kabul edilirken; kurumsal ve siyasi bir kimlik olarak "Kürt kimliği," özellikle dil ve eğitim gibi egemenlik alanlarına dokunduğunda, devlete yönelik potansiyel bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu durum, geçmişteki çözüm süreçlerinin neden tıkandığına ve gelecekteki diyalogların neden "bireysel haklar" ile "kolektif haklar" arasındaki bu hassas dengeyi ve üniter yapıya dair güvenceleri gözetmesi gerektiğine ışık tutmaktadır.

 

Gözden Kaçan Birleşme Noktaları: Kürtlerin Olumlu Yaklaşımlarındaki Sosyolojik Avantaj

 

Siyasi kutuplaşmanın ve medyadaki çatışma odaklı söylemin gölgesinde kalan bir diğer önemli bulgu ise, DEM Parti seçmenleri ve kendini "Kürt Milliyetçisi" olarak tanımlayanlar arasında Türkiye'nin bütünlüğüne ve ortak değerlerine yönelik şaşırtıcı derecede olumlu verilerin varlığıdır. Bu veriler, doğru okunduğunda, diyalog ve entegrasyon için kullanılabilecek değerli "sosyolojik avantajlar" sunmaktadır.

 

Tarihsel Ortaklık: DEM Parti seçmenlerinin %42,1'i, en çok "Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi" ile gurur duyduğunu belirtmektedir. Bu oran, "Osmanlı/Selçuklu Dönemi" diyenlerden (%25,7) çok daha yüksektir. Bu bulgu, genellikle göz ardı edilen bir gerçeğe, yani Kürtlerin önemli bir kesiminin Cumhuriyet'in kurucu mücadelesine yönelik bir aidiyet ve sahiplenme duygusu taşıdığına işaret etmektedir.  

 

Dini Kardeşlik: DEM Parti seçmenlerinin %54,3'ü kendini öncelikle "İslam ümmetinin" bir parçası olarak görmektedir. Bu oran, AK Parti seçmeninin (%60,4) oranına oldukça yakındır ve Türkler ile Kürtler arasındaki en güçlü ve tarihsel birleştirici bağın din kardeşliği olduğunu bir kez daha teyit etmektedir.  

 

Vatandaşlık ve Aidiyet: Kendini "Kürt Milliyetçisi" olarak tanımlayanların %29,4'ü, aynı zamanda kendini "Türk milletinin" bir parçası olarak görmektedir. Bu oran ilk bakışta düşük gibi görünse de, "Hiçbiri" diyenlerin (%12,9) oranının iki katından fazladır ve etnik milliyetçi kimliğe rağmen, Türkiye siyasal kimliğine yönelik bir aidiyetin varlığını göstermektedir.  

 

Bu veriler, Kürt siyasetinin ve kimliğinin tek tip olmadığını, içinde dine, cumhuriyete ve ortak tarihe güçlü bağlarla bağlı önemli bir kesim barındırdığını ortaya koymaktadır. Bu kesim, Türk milliyetçileri ve muhafazakârlar ile diyalog kurmak için doğal bir köprü vazifesi görebilir. Bu "pozitif enerjiyi" yapıcı bir güce dönüştürmek, siyasi aktörlerin kutuplaştırıcı söylemlerden vazgeçip bu ortak paydalara odaklanan yeni ve kapsayıcı bir dil geliştirmesine bağlıdır.  

 

Bölüm 4:

Türkiye'nin Geleceği İçin Stratejik Değerlendirme (SWOT Analizi)

 

Anket verileri, Türkiye'nin toplumsal yapısının ve siyasi geleceğinin bir SWOT (Güçlü Yönler, Zayıf Yönler, Fırsatlar, Tehditler) analizi çerçevesinde değerlendirilmesi için zengin bir zemin sunmaktadır. Bu analiz, ülkenin sahip olduğu dayanıklılık noktalarını, kırılganlıklarını, potansiyel gelişim alanlarını ve karşı karşıya olduğu riskleri bütüncül bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır.

 

Güçlü Yönler:

 

Yüksek Milliyetçilik ve Devlet Sadakati: Toplumun genelinde (%73,4) ve AK Parti'den (%76,2) CHP'ye (%73) kadar tüm büyük parti tabanlarında gözlemlenen yüksek milliyetçilik oranı, devlete, bayrağa ve ulusal sembollere yönelik güçlü bir temel bağlılığın varlığına işaret etmektedir. Bu durum, kriz anlarında ulusal birliği sağlama potansiyeli taşıyan önemli bir sosyal sermayedir.  

 

Güçlü Demokrasi Talebi: Toplumun %84,3 gibi ezici bir çoğunluğunun demokrasiyi "olmazsa olmaz" olarak görmesi, siyasi meşruiyetin temelinin halk iradesi olduğu konusunda geniş bir toplumsal mutabakat olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yüksek oran, otoriterleşme eğilimlerine karşı toplumsal bir fren mekanizması işlevi görebilir.  

 

Vatandaşlık Temelli Sosyal Entegrasyon: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtlere yönelik düşük sosyal mesafe ve yüksek evlilik kabul oranı, etnik kökenin ötesinde bir arada yaşama kültürünün ve vatandaşlık bağının gücünü göstermektedir. Bu, toplumsal dokunun, siyasi gerilimlere rağmen, gündelik hayatta güçlü bir entegrasyon kapasitesine sahip olduğunu kanıtlar.  

 

Zayıf Yönler:

 

Derin Kimliksel Kutuplaşma: "Millet" ve "Ümmet" eksenindeki %56'ya %40'lık keskin ayrışma, toplumun iki ana kimlik kampına bölünmesine neden olmakta ve siyasi uzlaşıyı son derece zorlaştırmaktadır. Bu durum, Türkiye'deki siyasi kutuplaşmanın en temel ve yapısal eksenlerinden birini oluşturmaktadır.  

 

Kavramsal Kargaşa ve İletişimsizlik: "Milliyetçilik" ve "Türklük" gibi temel kavramların farklı gruplar tarafından taban tabana zıt anlamlarla yorumlanması, ortak bir siyasi dilin ve müzakere zemininin oluşmasını engellemektedir. Bu durum, gruplar arası diyalog yerine, bir monologlar silsilesine yol açmaktadır.

 

Kolektif Haklara Düşük Tolerans: Bireysel düzeydeki kabule rağmen, Kürtçe eğitim gibi kolektif haklara yönelik yaygın ve sert karşıtlık (%65,2), kimlik temelli sorunların klasik demokratik ve çoğulcu bir çerçevede çözümünün önündeki en büyük engellerden birini teşkil etmektedir.  

 

Fırsatlar:

 

Vatandaşlık Temelli Tanım İçin Geniş Zemin: "Kökeni ne olursa olsun, kendini Türk hisseden ve Türkiye'ye bağlı olan herkes Türk'tür" şeklindeki kapsayıcı tanıma verilen %72,6'lık yüksek destek, kültürel milliyetçiliğe, bağlılık ve aidiyet esasına dayalı bir vatandaşlık tanımı için geniş bir toplumsal zemin olduğunu göstermektedir. Bu, yeni anayasa tartışmaları için en önemli fırsat alanıdır.  

 

"Müslüman Türk" Sentezi Potansiyeli: İslamcı ve muhafazakâr kesimlerin, ümmetçi kimliklerine rağmen "Türklük" kavramına sahip çıkması, seküler milliyetçilerle din ve tarih eksenli bir ortak paydada buluşma ve "millet-ümmet" ayrışmasını aşma potansiyeli sunmaktadır.

 

Kürt Toplumundaki Birleştirici Unsurlar: Kürtlerin önemli bir kesiminin Cumhuriyet tarihi (%42,1) ve İslam ümmeti (%54,3) ile kurdukları pozitif bağlar, kutuplaştırıcı siyasetin dışında, tabanda bir diyalog ve entegrasyon süreci başlatmak için kullanılabilecek değerli sosyolojik sermayelerdir.  

 

Tehditler:

 

Siyasi Söylemin Kutuplaştırıcı Etkisi: Siyasi liderlerin ve medyanın, kimlik farklılıklarını derinleştiren, ötekileştirici bir dil kullanması, anket verilerinde görülen potansiyel ortak zeminleri tahrip etme ve toplumsal çatışmayı körükleme riski taşımaktadır.  

 

Anayasa Tartışmalarının Riski: Yeni anayasa yapım sürecinin, "Türklük" tanımı gibi hassas konular üzerinden bir uzlaşı arayışı yerine bir kimlik mücadelesine dönüşmesi, mevcut fay hatlarını birer kırılmaya dönüştürme potansiyeli taşıyan en büyük tehdittir.

 

PKK Terörü ve Güvenlikçi Politikaların Etkisi: Silahlı çatışma ve terör eylemlerinin varlığı, Kürt meselesindeki diyalog zeminini ortadan kaldırmakta, toplumsal güvensizliği artırmakta ve milliyetçi refleksleri sertleştirmektedir. Nitekim, silah bırakma durumunda dahi PKK'lılara af çıkarılmasına toplumun %82'sinin kategorik olarak karşı çıkması, bu sert ve güvensizliğe dayalı tavrı açıkça göstermektedir.  

 

Bölüm 5:

Anayasal Uzlaşı Arayışı: En Geniş Mutabakat Zeminini Oluşturacak Vatandaşlık Tanımı

 

Türkiye'nin önündeki yeni anayasa tartışmaları, ülkenin kimlik fay hatlarını onarmak için tarihi bir fırsat sunarken, aynı zamanda bu fay hatlarını geri dönülmez bir şekilde kırma riski de taşımaktadır. Bu süreçte en kritik başlık, şüphesiz vatandaşlık ve "Türklük" tanımı olacaktır. Toplum Çalışmaları Enstitüsü'nün araştırması, bu hassas konuda en geniş toplumsal mutabakatı sağlayacak yol haritasını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

Verilerin Ortaya Koyduğu Çerçeve: "Türklük" Kırmızı Çizgi, Kapsayıcılık Toplumsal Talep

 

Anket verileri, vatandaşlık tanımı konusunda toplumun iki temel ve güçlü beklentisini gözler önüne sermektedir. İlk olarak, "Türklük" kavramının anayasal metinden çıkarılmasına yönelik ezici bir toplumsal muhalefet söz konusudur. "Anayasadan Türklük kavramı çıkarılmalıdır" önerisine "Hayır" diyenlerin oranı %84,7 gibi çok yüksek bir seviyededir. Bu karşıtlık, sadece MHP (%95,7) veya İYİ Parti (%96,3) gibi milliyetçi partilerin tabanlarıyla sınırlı değildir; AK Parti seçmeninde %82,7, CHP seçmeninde ise %89,3'tür. Daha da önemlisi, kendini "İslamcı" olarak tanımlayanların dahi %63,6'sı bu kavrama sahip çıkmaktadır. Bu veriler, "Türklük" kavramının, farklı gruplar tarafından farklı anlamlar yüklense de, devletin kurucu kimliğinin ve tarihsel devamlılığının vazgeçilmez bir sembolü olarak görüldüğünü kanıtlamaktadır.  

 

İkinci olarak, toplum bu kavramın içeriğinin etnik veya ırksal değil, kapsayıcı ve sivil bir temelde tanımlanmasını talep etmektedir. "Kökeni ne olursa olsun, kendini Türk hisseden ve Türkiye'ye bağlı olan herkes Türk kabul edilmelidir" ifadesi, %72,6 gibi çok yüksek bir toplumsal destek bulmaktadır. Bu destek, Atatürkçüler (%82,9) ve İYİ Partililer (%85,3) gibi seküler-milliyetçi gruplarda zirve yaparken, MHP'liler (%74,1) ve kendini "Türk Milliyetçisi" olarak tanımlayanlar (%71,8) arasında dahi çok güçlüdür.  

 

Bu iki bulgu birbiriyle çelişmemekte, aksine birbirini tamamlamaktadır. Toplum, bir yandan devletin kurucu kimliğinin sembolü olan "Türklük" kavramının korunmasını bir "kırmızı çizgi" olarak görürken, diğer yandan bu kavramın içeriğinin kan bağına değil, gönül bağına, sadakate ve ortak gelecek idealine dayanması gerektiğini güçlü bir şekilde talep etmektedir. Bu durum, anayasa yapıcılar için net bir uzlaşı çerçevesi sunmaktadır.

 

Bu durumda en rasyonel ve en geniş mutabakatı sağlayacak çözüm, 66. Maddeyi tartışmaya açıp yeni kutuplaşmalara neden olmak yerine, bu maddenin ruhunu ve anketlerde ortaya çıkan kapsayıcı tanımı anayasanın başka bir bölümünde pekiştirerek güvence altına almaktır.

 

Anayasa'nın "Başlangıç" bölümüne ve 66. maddenin yorumuna ışık tutacak şu minvalde bir ifadenin eklenmesi değerlendirilebilir:

 

"Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan, ortak bir gelecek ve kader birliği idealini paylaşan, kökeni ne olursa olsun kendini bu vatanın ve milletin bir parçası hisseden her birey, Türk Milleti'nin eşit ve onurlu bir ferdidir."

 

Bu formül, "Türklük" kavramının anayasadaki yerini koruyarak %84,7'lik kesimin hassasiyetini gözetirken, kavramın içeriğini anketin işaret ettiği %72,6'lık kapsayıcı ve sivil ruhla doldurarak en geniş mutabakat zeminini oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Bu yaklaşım, kimliği korurken, içeriği evrensel hukuk ve toplumsal talep doğrultusunda netleştiren bir uzlaşı modelidir.

 

Sonuç:

Çatışmadan Bütünleşmeye - Toplumsal Potansiyeli Pozitif Enerjiye Dönüştürmek

 

"Türkiye'nin Milliyetçilik Haritası" araştırması, ülkenin kimlik yapısına dair karmaşık, çok katmanlı ve yer yer paradoksal bir tablo sunmaktadır. Bu tablonun bütüncül analizi, Türkiye'nin milliyetçilikle barışık ancak milliyetçiliğin tanımında derin bir ayrışma yaşayan; demokrasiye güçlü bir bağlılık duyan ancak kimlik siyasetinin kutuplaştırıcı tehdidi altında olan; bir arada yaşama iradesi güçlü ancak kolektif haklar konusunda ciddi kaygılar taşıyan bir toplum olduğunu göstermektedir. Rakamlar, bir yandan derin fay hatlarına işaret ederken, diğer yandan bu hatları onaracak ve toplumu bütünleştirecek önemli potansiyelleri de barındırmaktadır.

 

Analizin ortaya koyduğu en temel gerçeklik, Türkiye'deki siyasi ve toplumsal gerilimlerin merkezinde, farklı kimlik gruplarının aynı kavramlara (Türk, millet, devlet, tarih) tamamen farklı anlamlar yüklemesinden kaynaklanan bir "kavramsal kargaşa" yattığıdır. Bu kargaşa, siyasi aktörler tarafından sıklıkla istismar edilmekte ve toplum, ortak zeminlerde buluşmak yerine, kendi tanımlarının yankı odalarına hapsolmaktadır.

 

Ancak bu karamsar tablo, tek seçenek değildir. Araştırma, aynı zamanda umut verici birleşme noktalarını da işaret etmektedir. Anayasal vatandaşlık tanımında, "Türklük" sembolünü koruyan ancak içeriğini sivil bağlılığa dayandıran bir formül üzerinde %70'leri aşan bir toplumsal mutabakat zemini mevcuttur. Bu, yeni anayasa sürecinde kutuplaşma yerine uzlaşıyı tercih edecek siyasi irade için güçlü bir dayanaktır.

 

Benzer şekilde, "millet" ve "ümmet" kimlikleri arasındaki fay hattını bir çatışma alanı olmaktan çıkarıp bir sentez potansiyeline dönüştürmek mümkündür. İslamcı ve muhafazakâr kesimlerin "Türklük" kavramına yüklediği tarihi-dini misyon, bu kimliğin seküler milliyetçilerle ortak bir "Müslüman Türk" paydasında buluşması için bir diyalog kapısı aralamaktadır. Bu anlamda rahmetli Aykut Edibali’nin kavramsal çalışmaları ve ‘millet’ tanımı bugün üzerinde çok daha fazla ve hassasiyetle durmayı gerektirmektedir.

 

Belki de en önemli fırsat, Kürt meselesine yönelik yaklaşımda yatmaktadır. Toplumun, vatandaşlık bağı kurduğu Kürtlere yönelik yüksek sosyal kabulü ile Kürt toplumunun önemli bir kesiminin Cumhuriyet'in kurucu dönemine ve İslam kardeşliğine duyduğu aidiyet, siyasi gerilimlerin ötesinde güçlü bir toplumsal yapıştırıcıdır. Bu "sosyolojik avantajları" görmezden gelmek yerine, onları siyasi diyaloğun merkezine yerleştirmek, sorunun çözümünde ve toplumsal barışın inşasında kilit rol oynayacaktır.

 

Nihayetinde bu anket, Türkiye'nin geleceğinin, siyasi aktörlerin yapacağı tercihe bağlı olduğunu göstermektedir: Ya mevcut kimlik fay hatlarını derinleştirerek çatışmayı ve kutuplaşmayı bir yönetim aracı olarak kullanmaya devam edecekler ya da verilerin işaret ettiği ortak zeminlere, birleştirici potansiyellere ve uzlaşı alanlarına odaklanarak, Türkiye'nin toplumsal potansiyelini pozitif bir enerjiye dönüştürecek yeni ve kapsayıcı bir siyaset dili inşa edeceklerdir. İkinci yol, şüphesiz daha zorlu, ancak Türkiye'nin müreffeh ve huzurlu geleceği için tek yoldur.


*https://www.alternatifarastirmalar.org/bir-anket-bir-analiz

3 yorum:

  1. Anlamaya çalışarak; aynı anda hem okuyarak hem de dinleyerek izledim.
    Aklı başında kaliteli bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
    Ama yazının eksik kalan bir yanı da var bana göre.
    Tarihi süreç içinde, ülkemiz hiç bir zaman tek başına değil.
    Konuya bir de genel anlamda Osmanlı'nın çöküşü ve Sevr ile öngörülen yapı ile günümüz özelinde ise Büyük Orta Doğu Projesi de dahil geleceğin ABD-Çin rekabetinin ortaya çıkaracağı muhtemel etkilerin ülkemize yansımalarının da önemli olduğunu dikkate almak gerekiyor. Diğer bir ifade ile bizim inisiyatifimiz dışında olayları yönlendirmek isteyen güçlerin girişimleri de dikkate alınmalı.

    YanıtlaSil
  2. Anlamaya çalışarak; aynı anda hem okuyarak hem de dinleyerek izledim.
    Aklı başında kaliteli bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
    Ama yazının eksik kalan bir yanı da var bana göre.
    Tarihi süreç içinde, ülkemiz hiç bir zaman tek başına değil.
    Konuya bir de genel anlamda Osmanlı'nın çöküşü ve Sevr ile öngörülen yapı ile günümüz özelinde ise Büyük Orta Doğu Projesi de dahil geleceğin ABD-Çin rekabetinin ortaya çıkaracağı muhtemel etkilerin ülkemize yansımalarının da önemli olduğunu dikkate almak gerekiyor. Diğer bir ifade ile bizim inisiyatifimiz dışında olayları yönlendirmek isteyen güçlerin girişimleri de dikkate alınmalı.

    YanıtlaSil
  3. Y-Tarih ve uluslararası ilişkileri tek bir açıdan okumak her zaman hatalıdır.
    Karşılaştırmalı tarih okuma kültürü maalesef bizde pek bilinmez ve önemsenmez, belirttiğiniz gibi hiçbir şey durduk yere olmuyor, nedenleri bilinmeden verilen ilaç hastaya şifa vermediği gibi, bu konuda da (etnikçilik) dayatılan reçeteler şifa vermeyecek, kangrene sebep olacak gözüküyor.
    Sonuç kesip atmaksa, ver kurtulsa, niye bunca şehit, yaralı, zaman, para, emek...

    YanıtlaSil