Öyküde adı geçen, Beşiktaşlı Yahya Efendi, (1494-1569) uzun süre Trabzon’da kadılık yapan Amasyalı Ömer Efendi ile Trabzonlu Afife Hatun’un oğludur. Dünyaya geldiği günlerde,
Trabzon’da vali olarak bulunan, şehzade Yavuz Selim’in de ilk oğlu Süleyman’da ayni günlerde doğmuştu. Ancak, annesi Ayşe Hafsa Sultan’ın sütü kesildiği için, Süleyman ve Yahya’yı, Yahya
Efendi’nin annesi emzirmiştir. Bu yüzden, Yahya Efendi ile Kanuni Sultan Süleyman süt kardeşidirler.
Mutasavvıf, alim ve şair Yahya Efendi, Kanuni Sultan Süleyman devrind
e İstanbul’da müderrislik yapmış, devrin tanınmış alimlerindendir. Yaşamı boyunca, Kanuni tarafından, belirli konularda kendisine danışılmıştır. Emekli olduktan sonra da, Beşiktaş’ta pek çok bina inşa ettirip dergah ve vakıflar kurmuştur.
İstanbul evliyalarından olduğu
kabul edilen Yahya Efendi, İstanbullu denizcilerin inanışına göre Aziz Mahmud Hüdayi, Yuşa Peygamber ve Telli Baba ile beraber Boğaz’ın dört manevi bekçisinden biri olarak kabul edilir. Yahya Efendi, İstanbul’daki çeşitli medreselerde görev yaptıktan sonra 1553 de, İstanbul’da Sahn-ı Seman medreselerinde müderrislik yapmıştır. Beşiktaş’ta, “Hızırlık” adını verdiği bir külliye meydana getirmiş, orada öğrencilerine tıp ve İslam bilimlerini öğretmiştir. O devirde, askeri ve mülki erkân, tüccarlar ve özellikle gemiciler, Yahya Efendi’nin tekkesini sıkça ziyaret ederlermiş.
Kanuni Sultan Süleyman, “günün birinde, Osmanoğulları da inişe geçer de, çökmeye yüz tutar mı?” diye düşünmeye başlar. Birçok konuda olduğu gibi, bu düşüncesini de, süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi’ye açmaya karar verir. Düşündüklerini, kendi el yazısıyla yazarak, Yahya Efendi’ye gönderir:
“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem
eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da yok olur mu?” diye özetler endişesini. Sultan Süleyman’dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı ise gayet kısadır: “Neme lâzım be Sultanım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir mana veremez, endişesi daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi biri, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gider. Bu sefer sitem dolu bir şekilde: “Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” diyerek, sorusunu tekrar sorar. Yahya Efendi duraklar:
“Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”
‘İyi ama, ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘neme lazım be sultanım!’ demişsin. Sanki ‘beni böyle işlere karıştırma’ der gibi bir mana çıkarıyorum.”
Bunun üzerine, Yahya Efendi şu müthiş açıklamasını yapar:
“Sultanım!
Aslında, aradığın cevap oydu;
Bir yerde zulüm yayılırsa,
Haksızlıklar ayyuka çıksa,
Sonra, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse,
Bilenler de bunu söylemeyip susarsa,
Fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa,
Bunu da taşlardan başka kimse işitmezse,
Herkes, sadece “ben-ben” derse,
Ve tüm bunları görüp işitenler, “Neme lazım be…” derse;
İşte o zaman, devletin sonu gelir, Osmanlı yıkılır…”
*https://www.akademikakil.com/neme-lazim/haldunguner/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder