Son bir ay içerisinde, bölgesel ve küresel nitelikli önemli dış politika gelişmeleri yaşandı. Söz konusu gelişmelerin yaşandığı bölgelerin Orta Doğu, Ukrayna, Kafkasya ve Asya-Pasifik bölgeleri olduğu dikkate alındığında, bu gelişmelerin ÇOĞUNUN, doğrudan veya dolaylı bir şekilde, Türkiye'yi de çok yakından ilgilendirdiği ve hatta etkiler özellik taşıdığı görülmektedir. Bu çerçevede, bahse konu dış politika konularına yönelik, KISA veya ÇOK ÖZET bilgiler "refakatında," bir hatırlatma "turu" yapmak ve bu konulardaki görüş ve değerlendirmelerimi, birincisi; İran'ın, İsrail'e yaptığı dron ve füze saldırısı ile ilgili olmak üzere, iki bölüm halinde, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şüphesiz ki, son bir ayın en önemli dış politika olayı ve gelişmesi, İran'ın, 13/14 Nisan 2024 gecesi, İsrail'e, 300''den fazla dron/İHA (Kamikaze Dron), balistik füze ve seyir füzesi ile gerçekleştirdiği saldırıdır. İsrail'in, 1 Nisan 2024 günü, İran'ın Şam'daki Konsolosluk binasına, F-35 savaş uçakları ile altı füze fırlatarak, ikisi general yedi İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) mensubu subayı öldürmesine (Olayda, altı Suriyeli sivil de hayatını kaybetmiştir) misilleme olarak İran'ın; açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre 170 dron, 120 balistik füze ve 30 adet de seyir füzesi ile gerçekleştirdiği saldırı hakkında çok sayıda yorum, makale ve değerlendirme yapıldı ve yazılar yayımlandı. Söylenecek çok ama çok şeyler olsa da, ben, çok net ve kısa olarak, bu saldırı hakkında aşağıdaki tespit ve değerlendirmeleri yapmak istiyorum;
-İran, "ileri teknoloji ürünü" olmasa da, envanterindeki bazı füzeleri, İsrail topraklarına ulaştırabilmiştir. Kim ne derse desin, İran'dan fırlatılan füzelerin % 5'i dahi İsrail'e ulaşmış ise, "maliyet-etkin" prensibine tam cevap vermese de, bu sonuç, -belki katılmazsınız ama- İran için kısmi bir başarı olarak kabul edilmelidir. Çünkü bu sonuç ile;
+İçeride "sıkışık" durumda olan ve hâlâ halkın büyük bir bölümünün güvenini temin edemeyen İran'ın dini rejimi, hem, "geçici" nitelikli de olsa, halka kısmen güven verdi, hem de Lübnan, Irak, Suriye, Yemen ve Bahreyn gibi ülkelerde bulunan ve kendi (İran) adına savaşan unsurlar/vekil savaşçılar nezdinde itibarını korudu veya "tahkim" etti.
+İran, ilk defa kendi topraklarından ve doğrudan İsrail'e saldırarak, adeta bu konuda "rüştünü" ispatladı, kendine "güven sağladı." İsrail'in, bir dereceye kadar "dokunulmazlık zırhını" da deldi.
+Kendi imali olan füzeleri, belki de ilk defa bu kadar uzak mesafelere fırlatma imkânı buldu ve füzelerden bazıları ile (5 veya 7 adet), Şam'daki Konsolosluğu'na saldıran İsrail F-35'lerinin konuşlandığı "Nevatim" Hava Üssü'nü vurarak, füzelerinin çok da "ilkel" olmadığını kanıtlamış oldu.
+İsrail, bugüne kadar, doğrudan kendi unsurları/vasıtaları "vasıtası" veya "ajanları" ile, İran'a ait bir çok hedefi (İnsan ve tesis olarak) vurdu ve İran da bunlara, ağırlıklı olarak Lübnan Hizbullah'ını ve kısmen de diğer "vekil savaşçılarını" kullanarak, misilleme ile karşılık vermeye çalıştı. Ancak bundan böyle, İran; İsrail'in anılan türdeki veya kategorideki saldırılarına, doğrudan kendi topraklarından atacağı füzelerle de karşılık verebileceğini göstermiş oldu. Yani, artık İsrail'in bu çeşit saldırılarının "YANINA KÂR KALMAYABİLECEĞİNİ, İRAN'IN ("DEMOKLASİN") KILICINI HER AN ENSESİNDE HİSSEDEBİLECEĞİNİ," hissetmiş oldu (Çünkü, İsrail'in, başta ABD olmak üzere, Batı'nın desteğini almadan, İran'a kapsamlı bir saldırı gerçekleştirme imkanı çok zor görünüyor).
Bu olayda, İran'ın "hanesine" şu hususları da kaydetmek gerekiyor; İran, sahip olduğu füzelere çok büyük önem atfediyor ve sık sık, bu füzeleri ile Avrupa'ya dahi "ulaşabileceğini" "ima" ediyordu. Bununla birlikte, anılan saldırı, aşağıda ayrıca bahsedileceği üzere, Batı'nın ve Ürdün'ün savaş uçakları ve hava savunma sistemleri tarafından çok büyük ölçüde "pasifize" veya "elemine" edilerek, ETKİSİZ hale getirildi. Bu durumun, tabiri caiz ise, İran'ın "ayaklarının yere basmasına" vesile olacağı mütalaa edilmektedir. Hiç arzu edilmez ama, Batı veya Batı'nın destekleyeceği bir ülke ile yapacağı konvansiyonel bir savaşta, İran FÜZELERİ'nin; kendisini (İran'ı), istediği veya hedeflediği sonuçlara ulaştıramayacağı, bu saldırıda açık ve net bir şekilde görülmüştür. Bu saldırı ile İran, anılan "gerçeği" tespit etmiş olup, buradan çıkardığı "dersler" ile, muhtemel ve/veya mutasavver harp veya operasyon planlarında gerekli değişiklik ve revizeleri yapacaktır.
Bu olayda, İran'ın kendi "hanesine" yazması gereken diğer bir husus da şudur; önde gelen Batı ülkelerinin, saldırı esnasında İsrail için bir "KALKAN" oluşturmaları, dronların tamamını (?), füzelerin de çok büyük bir bölümünü Irak, Suriye ve Ürdün hava sahasında düşürmeleri, ayrıca diplomatik olarak da derhal ve şiddetli bir şekilde İran'ı kınamaları... Diğer taraftan, Ürdün'ün, doğrudan F-16 savaş uçakları ile, kendi hava sahasında, İran dronlarına (+füzelerine ?) müdahale etmesine ilave olarak; Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt, Katar, Umman gibi İslam ülkelerinin de, saldırıdan önce, Katar'daki CENTCOM' üssünde ABD'li askeri yetkililerle yapılan bir toplantıda, İsrail lehine olacak şekilde, İSTİHBARAT paylaşımında bulundukları belirtiliyor. İran, saldırıdan iki gün önce, mealen, İsrail'e fırlatacağı dron/İHA ve füzelerin, hava sahalarını kullanacağı Körfez ülkelerine, saldırı hakkında bilgi veriyor; ancak, anılan ülkelerin temsilci veya yetkilileri de, CENTCOM'un Katar'daki üssünde, bu bilgileri ABD askeri yetkililerine aktarıyorlar. Yani, özellikle İslam dünyasında "SİYONİST" ve "YAHUDİ" devleti olarak suçlanan ve 7 Ekim 2023'den beri de Gazze'de, 15.000'ni çocuk olmak üzere 34.000'ne yakın sivili öldüren ve halen BM Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD), "soykırım" suçlaması ile yargılanmakta olan İsrail'i, İran saldırısından korumak için, SUNNİ MÜSLÜMAN Körfez ülkeleri (+Mısır) ABD ve İSRAİL ile İŞBİRLİĞİ YAPIYORLAR. Bu durum da bir daha açık ve net olarak gösteriyor ki, uluslararası ilişkilerde, -bazı istisnaları olmakla birlikte- ülkelerin MİLLİ MENFAAT ve MİLLİ GÜVENLİK ihtiyaçları esas faktördür. Bu çerçevede Körfez ülkeleri, aynı DİN'den oldukları İran'dan yana bir tavır almayıp, "DİNDAŞ" olmadıkları İsrail, ABD ve diğer batılı devletler ile birlikte hareket etmişlerdir.
Yine burada belirtilmesi gereken bir husus da, İran'ın "TEKİN" ve "GÜVENİLİR" bir ülke olmadığı yönündeki görüşlerin doğruluğunun da, bu olay vesilesi ile tekrar teyit edilmesidir. Adı geçen Körfez ülkelerinin, etik kabul edilmese de, kendi halkları ile büyük ölçüde "ters düşseler" de, bir İslam ülkesi olan İran'a karşı, İsrail'in yanında yer almaları, esas olarak, İran'ın o "tekin ve güvenilir" olmayan karakterinden kaynaklanmaktadır ( Mutlaka başka faktörler de vardır). Bu hususun bilinmesinde fayda mütalâa edilmektedir.
Diğer taraftan, anılan saldırı vesilesi ile, topraklarında İran füzelerini gören İsrail'in de "hanesine" yazılacak kayda değer hususlar bulunmaktadır. Her şeyden önce, bu SALDIRIYI; fiili olarak, çok büyük ölçüde İsrail'in "müttefikleri" konumunda bulunan ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün (+Suudi Arabistan'ın da müdahalesinin olduğu belirtiliyor) savaş uçakları ve ağırlıklı olarak savaş gemilerindeki "AEGİS" hava savunma sistemleri ile önlemişlerdir. İsrail'in o meşhur "Demir Kubbe," "Davut'un Sapanları" ("David's Sling") ve "Arrow" gibi hava savunma sistemlerinin, aynı anda ve çok sayıda füze ve dronu önlemede yetersiz kalabileceği görülmüştür. Belirtilen ülkelerin müdahaleleri olmasa idi, İran'ın fırlattığı füze ve dronlar, İsrail askeri hedeflerine, "sarsıcı" denilebilecek seviyede zarar verebilirdi. Bu husus, İsrail için çok önemlidir. Çünkü bundan böyle İsrail'in; anılan "müttefiklerinin" destek garantisini almadan, İran'ın Şam Konsolosluğu'na gerçekleştirdiği tarzda bir saldırı düzenlemesi oldukça zayıf bir ihtimaldir. Çünkü, İran, tekrar yüzlerce füze gönderirse, İsrail, bunları Kudüs ve Telaviv semalarında görür ve etkisiz hale getirmede çok zorlanabilir.
Şimdi burada şu hususa da değinmekte fayda mütalâa edilmektedir. Malumunuz, İsrail Başbakanı Netanyahu, İran'ın Şam Konsolosluğu'na; bu ülkeyi, kendisine misilleme yapmaya zorlayarak, -ki bu husus gerçekleşti- en azından ABD ile birlikte İran'a geniş çaplı bir saldırıda bulunmayı ve böylece, hem içeride halk desteğini artırmayı ve/veya tahkim etmeyi, hem de -Gazze'de yaptığı katliamlardan dolayı son dönemde ilişkilerinin kısmen "soğuduğu"- yine başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin desteğini yeniden kazanmak maksadıyla saldırı emri vermiştir. Ama ABD Başkanı, en azından bu safhada, Netanyahu'ya, "İran'a misilleme yapmayın, böyle bir mukabelede ben yokum," diyerek, O'nun planını bozdu. Bununla birlikte -her iki taraf da olayı BÜYÜTMEME genel tavrı içerisinde görünseler de- Netanyahu, İsrail tarihine, İran'dan "TOKAT YİYEN" bir Başbakan olarak geçmek istemeyecek ve "bir şekilde," İran'a bir karşılık vermeyi hedefleyecektir. Ancak bunun için, ABD'nin desteğini yanında görmek, temel hedefi olacaktır. Ancak, Kasım 2024'de başkanlık seçimlerine hazırlanan Biden'ın, İsrail'e, belirtilen desteği vermeyeceği ve bu konuda Netanyahu'yu frenlemeye çalışacağı kıymetlendirilmekter. Bu kapsamda İsrail'in, İran'a yapmak istediği misillemeyi, "zamana yaymaya" çalışacağı, batının anılan desteğini sağladığı anda, büyük riskleri göze alarak, bu saldırıyı gerçekleştirebileceği mütalâa edilmektedir. Sonuç olarak, Netanyahu'nun, İsrail'de Başbakan olarak kaldığı sürece, İran ile yeni bir "kapışma" riskinin, sürekli olarak gündemde kalması beklenmektedir.
Yazının ikinci bölümünde, Ukrayna-Rusya Savaşı, Güney Kafkasya ve Asya-Pasifik bölgelerindeki gelişmeler üzerinde özet olarak durulacaktır. (19 Nisan 2024)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder