30 Kasım 2023 Perşembe

Tarih tekerrür etmesin!

 
ORDU'YA SİYASET BULAŞTIRMANIN "SAKINCALI" SONUÇLARI ÜZERİNE                         Nihayet  ÜNLÜ

        Son günlerde, özellikle sosyal medyada, Ordu'ya siyaset bulaştırılması ve Ordu'da  "cemaatleşme" iddialar üzerine kaleme alınmış yazılar yer almaktadır. Bu noktadan hareketle,  "ORDU'YA SİYASET BULAŞTIRMANIN" mahzurlarını, Balkan Savaşı "özelinde" ve bu konuda söylenmiş çok önemli olduğunu mütalâa ettiğim,  bazı kaynaklarda yer alan ifadeler  ile,  siyaset bilimcilerin,  bu konudaki görüşlerinden çok özet alıntıları ve konu hakkındaki, yine çok kısa kendi değerlendirmemi sizlerle paylaşarak,  anılan gündem "maddesine"  küçük ölçekli de olsa bir katkı sağlamak istiyorum.

          Ordu'ya siyasetin girmesi, hem o  Ordu'nun, hem de esas olarak "omurgasını" teşkil ettiği Devleti'nin temeline dinamit koymaktan başka bir şey değildir. Bugün Türkiye'de bu gerçeği, sadece muvazzaf ve emekli askerler değil; devletinin, milletinin ve memleketinin güvenlik ve geleceği ile ilgilenen "sade ve sorumlu" her Türk vatandaşı çok iyi bilir. Çünkü o  her "sade ve sorumlu" Türk vatandaşı,    1877-78  Osmanlı-Rus Harbi ile

  birlikte, Türklere; Türk tarihinin en büyük ve en utanç  verici   yenilgilerinden birisini yaşatan Balkan Savaşı'nda  yaşanan "feci" hezimetin esas nedeninin, Ordu'nun siyasete "bulaşmış" veya "bulaştırılmış" olduğunu çok iyi bilir (Kırım'ın, 1774'de bizden ayrılması ile sonuçlanan 1768-1774 Türk-Rus Savaşı da bu kategoride bir harp olarak kabul edilebilir). Yüce ATATÜRK, Çanakkale Savaşı esnasında verdiği,  "içimizde ve komuta ettiğimiz askerlerde, BALKAN UTANCININ İKİNCİ BİR SAFHASINI GÖRMEKTENSE, burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat'iyen kabul etmem. Şayet böylelerinin olduğunu hissederseniz, DERHAL ONLARI KENDİ ELLERİMİZLE KURŞUNA DİZELİM!"  (Fikret GÜNESEN, Çanakkale Savaşları, Syf;164, KASTAŞ Yayını) şeklinde verdiği emirle, Balkan Savaşı'nın sonucunun, bizim için ne derece ağır bir yenilgi olduğunu çok açık ve net bir tarzda vurgular ( Yüce ATATÜRK'ün bu konudaki başka bir "düsturunu" da, yazının sonunda vereceğiz). Bu savaşın kaybedilmesinde, Ordu'ya siyasetin girmesinin gerçekten çok büyük olumsuz etkileri olmuştur. Aşağıda sunulan birkaç kaynakta yer alan ifadeler, bunu bütün "çıplaklığı" ile gözler önüne "serer!" İşte o ifadeler;

        -"Ordu, politikanın aleti haline sokulmuş, genel görev ve amaçlarından uzaklaştırılmıştı. Ordu'ya hâkim bir politikacı komuta zümresi, işine gelmeyen kabineyi istediği zamanda düşürüp, istediği kabineyi oturtuyordu... Ordu'nun komuta düzeni, amacından saptırılmış, "onulmaz" bir hastalığa yakalanmıştı. Arnavutluk ayaklanmasının bastırılması amacıyla İstanbul'dan Yakova'ya (Bugünkü Kosova'da bir şehir) gönderilen 1'nci Tümen, ayaklanmayı bastıracağına, BAŞ KALDIRANLARLA BİRLEŞMİŞ ve üstelik, Ağustos ayında Üsküp'e girerek, siyasileri  ve askerleri öldürmüşlerdi (Balkan Harbi, Syf;55-56, Gnkur. ATASE Yayını).

         -"... Liyakate göre idarecilerin seçilmemesi ve ORDU İÇiNDEKİ SİYASİ ÇEKİŞME (İTTİHATÇI-İTİLAFÇI), yenilginin başlıca nedenleri arasında sayılabilir (T. Yıldırım, İ.Öztürkçü; Abdullah Paşa'nın  Balkan Harbi Hâtıratı, Syf;22,  DBY Yayınları),

        - (Balkan Savaşı'nın kaybedilmesinde) Ordu'nun çok fazla siyasete bulaşmasının bir rolü var. ..Ordu içinde birbirine selam vermeyen subaylar, ...fesini takış şekline göre İTTİHATÇI MI, İTİLAFÇI MI olduğu anlaşılan subaylar....Abdülhamid döneminde ..özellikle alaylı subaylar çok fazla rütbe almışlardı ve çok hızlı yükselmişlerdi...Ordu içinde liyakata fazla önem verilmemeye başlanmıştı... Bu konuda, Ordu'nun başında yer alan Serasker diyor ki, "..Yapmayın, böyle saraydan rütbe verilmesin insanlara..Yüzbaşı olacak insanlar, general oluyorlar, bunun sonucunda biz Ordu'da EMİR KOMUTAYI DÜZENLEYEMEYİZ!." (T.AKYOL, Rumeli'ye Elveda, Syf.;39-40, Doğan Kitap).

        - "1911 yılına gelindiğinde, değişik muhalefet grupları,  "Hürriyet ve İtilaf Partisi" nın çatısı altında birleşmişti. ..O günden sonra, "İttihat ve Terakki" ile "Hürriyet ve İtilaf," sanki İKİ DÜŞMAN TOPLULUK gibi...amansız bir şekilde boğazlaşmaya dalmışlardı...İŞİN KÖTÜSÜ, BU POLİTİK KÖR DÖĞÜŞTE, ASKERLER DE VARDI...Politikacısı, politikaya karışmış askeri, ..bir kör döğüşü içerisinde birbirine YUMRUK SALLAMAKTAYDI!.."(İ.ARTUÇ, Balkan Savaşı, Syf;61-62, KASTAŞ Yayını).

         -"..Enver Bey vesaire gibi, Ordu'da üstün bir durum elde etmiş olan ittihatçı askerlere karşı "Kurtarıcı Subaylar"  ("Halaskâr Subaylar Derneği") adında ikinci bir askeri müdahale grubu kurulmuştur. Bu yeni ve gizli teşekkül, yayınladığı gizli bir beyanname ile..(İttihat ve Terakki aleyhinde) propaganda yapıyordu.  Temmuz 1912'de,...'büyük kabine' denilen Ahmet Muhtar Paşa Hükümeti kurulduğu zaman, memleket böyle bir anarşi içinde ve dış düşmanların saldırma iştahlarını celbedecek bir durumda bulunuyordu!" (E.Kur.Alb. R.APAK, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Syf;43-44, Türk Tarih Kurumu Yayını). 

       Daha onlarca, belki de yüzlerce yayın veya kaynaktan, yukardaki beyanlara benzer olan ve Balkan Savaşı'nı kaybetmemizin başlıca nedenini, Ordu'ya siyasetin girmesini gösteren ifadeler bulmak mümkündür. Bu savaşın sonunda, Türk'ün onur ve gururuna büyük darbe indiren o "rezil, çirkef ve utanç verici" hezimete ilave olarak, Osmanlı Devleti, o zamanki idari teşkilata göre; 8 vilayet, 23 sancak, 115 ilçe kaybetti. Bu, toplam 167.312 km. kare toprak, 6.582.000 nüfus kaybı demekti (T. AKYOL, a.g.e., Syf;33). Bu tablo, Ordu'ya siyaseti bulaştırmanın maliyetini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır (Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti'nde, daha Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren, başta Yeniçeriler olmak üzere, Ordu'nun siyasete müdahalesi olmuş, bu müdahaleler, devlete çok büyük zararlar vermiştir. Biz burada konuyu, Balkan Savaşı özelinde örneklendirmeyi uygun ve yeterli mütalâa ettik).


      Bugün, dünyanın en demokratik ve hukuk devleti ilkesinin, bütün kurum ve kuralları ile uygulandığı ülkelerde dahi,  siyasi iktidarlar,  -sivil/siyasi  otoriteye tabi olması temel prensibi saklı kalmak kaydı ile- Ordu'nun kurumsal özerkliğine saygı duymakta ve  askerlerin, uzmanlık gerektiren işlerine karışmamaktadırlar. Bu kapsamda ve özellikle Batı ülkelerinde, 19'ncu yüzyıldan beri, Sivil-Asker ilişkileri, konunun uzmanları tarafından incelenmeye başlanmıştır.  Örneğin bu alanın (Sivil-Asker İlişkileri) kurucularından sayılan Samuel P. HUNTİNGTON, o ünlü "ASKER VE DEVLET" isimli eserinde, ordu ve siyaset arasında kesin bir ayırıma gider ve "Ordu'nun sivillere itaatini askerlik mesleğinin profesyonelliğiyle ilişkilendirirken,"   şunları da vurgular; "siyaset, askeri yetkinliğin kapsamı dışındadır ve askerlerin  siyasete katılımı, mesleki yetkinliklerini gölgelemek, meslek içinde bölünmeler yaratmak ve mesleki değerlerin dışsal değerlerle ikame edilmesine yol açmak suretiyle PROFESYONELLİKLERİNİ ZEDELER. BİR SUBAY SİYASİ AÇIDAN TARAFSIZ KALMALIDIR.  Buna göre askerler ve siyasetçiler, birbirinden tümüyle farklı ve uzmanlık gerektiren işler yapmaktadırlar; birbirlerinin alanına nüfuz etmek, PROFESYONELLİĞE AYKIRI KABUL EDİLECEKTİR," der. HUNTİNGTON'a göre, askerlerin siyaset alanına müdahalesi kadar, siyasetçilerin, Ordu'nun uzmanlığına müdahil olması da ciddi bir sorundur ve "Siyasi liderliğin, Ordu için profesyonel yetkinlik ve ÖZERKLİK ALANINI TANIMASI VE KABUL ETMESİ," ayrıca,  "Askerin ve siyasetin, birbirlerine müdahalesinin en aza indirilmesi," gerektiğini vurgular (Prof. Haluk ALKAN ve Ekibi, Karşılaştırmalı Siyaset, Ünite;7.2, İstanbul Üniversitesi Yayını). Batı'da, bu konuda yapılmış çok sayıda bilimsel nitelikli ve özellikli çalışma bulunmaktadır. Örneğin, bir diğer siyaset bilimci David Pion-Berlin de, "Ordu'nun Kurumsal Özerkliğe ve Siyasi Özerkliğe" sahip olması gerektiğinden bahsederken, Kurumsal Özerkliğin ögelerinde;

       - Terfiler, atamalar, astların cezalandırılması,

         -Silahlı kuvvetlerde rütbelerin belirlenmesi gibi hususları sıralar (Diğerleri; "Askeri eğitim ve doktrin" ile  "askeri reform ve modernizasyon" dur). Bu kapsamda Pion-Berlin, Ordu'nun mesleki uzmanlık gerektiren konularda ÖZERK YETKİ ALANI  dahilinde bir karar mekanizması rolü edinmesini, bu kurumun bir parçası olarak görür. Temel mesele, askerlerin, kurumsal özerkliği koruma gerekçesiyle, siyasal alana müdahale etmeye başlamasıyla başlar ve askerler bu yolla, "siyasi özerklik" kazanabilirler ki, yazara göre, çok haklı olarak, böyle bir müdahale ve özerklik alanı da olmamalıdır (Prof. Haluk ALKAN, a.g.e., Ünite;7.2.). Ama, KURUMSAL ÖZERKLİĞİN ÖGELERİNE baktığımızda, Ordu'nun kurumsal özerklik alanındaki işleyiş mekanizması ve düzenlemelerine  SİYASETİN MÜDAHALE ETMEMESİNE işaret eder ki, bu da kısaca, ORDUYA SİYASETİ BULAŞTIRMAMAKTIR. 


         Bütün bu açıklama ve  Balkan Savaşı'ndan verilen örnekler hep birlikte değerlendirildiğinde,  ulaşılan sonuç  açık ve net bir şekilde göstermektedir ki, en demokratik ülkelerde dahi, konunun uzmanları, orduya siyasetin bulaştırılmaması gerektiği hususunda  hemfikirdirler. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki Türkiye,  güvenlik ve "jeopolitik" içerikli/nitelikli olarak, sadece bölgesel değil, küresel seviyede en sorunlu coğrafyalardan birisinde konuşludur.  Bu çerçevede ve kanaatimce, Türkiye'mizin,  dış tehditlere karşı caydırıcı ve  koruyucu temel unsuru olan TSK'nın, gerçekten de her türlü siyasi akım, eğilim ve cemaatlerin etkisinden alabildiğince uzak tutulması, yüreği vatan, millet  ve bayrak sevgisi ile "çarpan" her seviyedeki Türk  yöneticisinin, siyasetçisinin ve hatta vatandaşının, en öncelikli görevlerinden birisi olmalıdır. Aksi takdirde ve Allah muhafaza, tarihin tekerrür etme ihtimali yine karşımıza çıkabilir!  Bu kapsamda, yazıyı, Yüce ATATÜRK'ün, bu konudaki şu sözleri ile  bitirelim. Yüce ATATÜRK diyor ki, "Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, SİYASETE KARIŞIRSA, birlikte hareket ve SAVAŞMA KABİLİYETİNİ ESASINDAN KAYBEDER ve VATANIN MÜDAFAA GÜCÜNÜ HİÇE İNDİRİR.  Siyasete karışmış bir ordunun, karışmadan önceki disiplini ve savaşma kabiliyetini yeniden kazanabilmesi için ÇOK ZAMAN İSTER," (Prof. Utkan KOCATÜRK, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Syf;309-310, Turhan Yayınevi). Bu kapsamda, Ordu-Siyaset ilişkilerinin düzenlenmesi ve sürdürülmesinde Yüce ATATÜRK'ün bu sözleri, kanaatimce, bu konuda takip edilecek ve "sımsıkı sarılacak" temel ilke veya rehber olarak kabul edilmelidir. (29 Kasım 2023)


                    Nihayet ÜNLÜ

1 yorum:

  1. Nihayet Ünlü, tarihte yaşananları ve Osmanlıya son darbeyi vuran dersleri hatırlatarak; günümüzde maruz kaldığımız gidişatın ortaya çıkarabileceği kötü sonuçlara vurgu yapıyor.
    Maalesef ki; damadın söylediği gibi “at izi it izi….” meselesi devam ediyor ve tek adamın eli ile günümüz gerçekleri... “Allah sonumuzu hayreylesin!” dedirtiyor

    YanıtlaSil