-Sesin ne taraftan geldiğini anlayamamıştı. Cevap beklerken kulaklarını dört açıp dikkat kesildi.
“Evet aşkım, benim!” Sesin Misroha’ya ait olduğundan şüphesi yoktu, artık, tek bir yönden değil de
aynı anda her taraftan geliyor gibiydi.
“Neredesin? Yanıma gelsene!”
“Ruinas’tan işitip bize aktardığın her şeyin hakikat olduğu yerdeyim. Ölüm sonrası hayattan bahsederdin ya hep; biliyormusun, az bile söylemişsin. Benim gördüklerimi görsen Aslında ölüm diye bir şey yok! derdin. Son nefes denilen yerde gözlerinin önündenbir perde kalkıyor ve sonraki nefeste yaşamaya devam ediyorsun, hepsi bu!”
... ...
... Artık hiçbir şeyden korkmuyor, “Her şey O’ndandır” gözlüğüyle baktığı her yerde ezeli ilimin ince nakışlarını görüyordu.. Tabi bu, elini kolunu sallayarak tehlikenin içine atılacak cehaleti değil; önündeki seçenekleri en iyi şekilde değerlendirecek bilgeliği de beraberinde getiren bir düşünceydi. ...
... Benim; üzerinde yüzdüğümüz şu denizi, tepemizde ışıldayan yıldızları, uyurken dahi soluduğumuz havayı yaratan bir tek Yaratıcı’m var. Ben unutsam bile kalbimi attıran, şefkatiyle beni sarıp sarmalayan, her an beni gözetip ....
... Ama bu yol; İnkisar, intizar ya da intikam değil; imtihan, itminan ve iltifat yoluydu.
...
.. Zaten kader, her şeyi bilen ama hiçbir şey söylemeyen arkadaş gibi değil miydi?...
*Adalia-Cenk Enes Özer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder